Onur

207K 7.5K 16.1K
                                    

(Sevgili eski okuyucularım, lütfen hiçbir şekilde hiçbir bölümde spoiler vermeyin rica ediyorum. Buna hangi bölümde ne olacağını söylemek de dahil. Size sorulan soruları da cevapsız bırakın. Siz okurken kimse müdahale etmedi hayal gücünüze yeni arkadaşlara da bunu yapmayın. Ön yargısız okumak isteyen buyursun gelsin. Küfür edeceğim artık ona üzülüyorum:))

Ayrıca bir ikazım daha olacak. Arkadaşlar artık Onur kitabımda Onur ile ilgili yorum görmek istiyorum sadece. Son zamanlarda SDBY ile ilgili çok fazla yorum görüyorum. O mükemmel yazarın kitaplarını ben de seviyorum ama bunu belli etmenin yeri burası değil. Ben sadece kendi emeğimin yorumlanmasını istiyorum burada. Onur'a SDBY'NİN yan kitabı gibi davranmanızı istemiyorum artık. Yazdıklarınıza cevap veremiyor olabilirim ama hepsini okuyorum. Bu tür yorumları gördükçe sileceğim haberiniz olsun. Israr edenleri ise engelleyeceğim. Emeğe saygı zor değil gençler.

İyi okumalar<3

14 Ekim 1980

Cezaevi arabasıyla büyük kapılardan içeri girmeden önce kafamı eğip küçük camdan gökyüzüne baktım. Sonsuz maviyi bir daha hiç göremeyecekmişim gibi ezberlemeye çalışırken arabada, tam önümde oturan mahkum seyir keyfimi bozarak;
"İçerde de gökyüzünü görebilirsin ufaklık. Telaş yapma." dedi. Kafamı çevirip bana ufaklık diyen adama baktım. Orta yaşlı bir adamdı. Gözlerinin etrafında hafif belli olan devirdiği senelerin emareleri vardı. Şakaklarındaki beyazlıklar dikkat çekiciydi. Ela gözlerini ilgisizce bana çevirmişti.

"Aynı gökyüzü mü?" diye sorduğumda büyük kapıdan içeri girdik. Adam bu defa anlayışla gülümsedi. Gülümserken gözlerinin etrafındaki çizgiler iyice belli oldu. Bu görüntü ile az önceki görüntüsü arasında milyon tane fark vardı.

"Haklısın çocuk. Aynı değil." Araba durduğunda ben dalmış hala ona bakıyordum. En sonunda rahatsız olmuş olacak ki; "Ne bakıyon lan dik dik?" dedi. Daha önce izlediğim filmlerde ve okuduğum fotoromanlarda bu cümleden sonra dayak geldiğini biliyordum. Ama yanımızda askerlerin olması beni güvende hissettiriyordu. Bu yüzden rahatça cevap verdim.

"Gülmek gerçekten insanları değiştiriyormuş." Önce bir süre suratıma boş boş baktı, sonra sırıtıp konuştu.

"Dayak da aynı işi görür. Değişmek ister misin ufaklık?"

"Bak alınırım abi." dedim bende sırıtarak. "Eşşek miyim ben dayakla terbiye edileyim?" Adam bu defa kahkaha atmaya başladığında arabanın kapısı açıldı. Yanımdaki asker beni çekiştirerek arabadan indirdi. Bileklerimdeki kelepçeyi çıkarırken diğer mahkumlarda inmeye başladı.

Bizi sıraya soktuklarında az önce benimle konuşan adam tam yanımdaydı ve artık ellerinde kelepçe yoktu. Bu biraz korkmama sebep olsada rahat davranmaya çalıştım. Tecrübe ile sabit biliyordum ki insanlar, senin korkularını fark etmedikleri sürece güçlüsündür. Ama adam benimle konuşmaya başlayınca korkumun boşa olduğunu anladım.

"Sevdim seni ufaklık. İnşallah aynı koğuşa düşeriz." Bunu bende isterdim aslında. Böyle bilinmezlerle karşılaşacağım zaman yalnız olmamak en iyisiydi. İnsan çaresiz olunca güven duygusunu arka plana atıyor. Şu anda bende çaresizdim bu yüzden yanımdaki adam benim için can simidi gibiydi.

"İnşallah abi." Gardiyanlardan biri bizi işlemler için bir odaya sokarken biz sessizce konuşmaya devam ettik. Adının Kadir olduğunu öğrendiğim abi, yaşımın 19 olduğunu öğrenince epey şaşırdı.

"Ben de diyorum bu çocuğu neden bu cezaevine getirmişler. Sen kocaman adammışsın be ufaklık." Kurduğu cümleye sırıtarak cevap verdim.

"Bu küçük gösterme olayı hep başıma bela oldu abi ya."

ONURHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin