*Bölüm şarkısı; Edip Akbayram- Aşk Olsun Sana Çocuk
Bir saate yakın zamandır yağan yağmur ve ona yoldaşlık eden gök gürültüsü tüm koğuşta duyulan tek sesti. Hepimiz avluya bakan iki pencerenin önünde toplanmış çıtımızı bile çıkarmadan Tayfun'un naaşının önümüzden geçip dış avluya ulaşmasını bekliyorduk. Çoğumuz onu sadece ismen tanıyorduk. Ama bunun bir önemi yoktu. Bu yerine getirilmesi gereken son görevdi. Ve bizim bu koşullarda en fazla bu kadarına iznimiz vardı.
Yanımda dikilen ve gözlerini kırpmadan avluya bakan 3 solcuya çevirdim bakışlarımı. Ulaş haberi verdiğinde Oğuz hızlıca kapıyı açıp çıkmıştı. Arkasından kendimi toparlayıp koğuşa girdiğimde onu giriş kapısını tekmeleyip açılması için bağırırken buldum. Oğuz'u o halde gördüğümde bir kere daha kinlendim büyük demir kapıya. Birileri onu sakinleştirmeye çalışmıştı ama başaramamışlardı. Ben ise önce ne yapacağımı bilemeden uzaktan izlemiştim. Sonrasında ise onu sakinleştirmeye çalışanların arasına karışmış ve rast gele savurduğu yumruklardan yüzümün nasiplenmesini sağlamıştım. En son hızla yanımıza gelen Nihat, Oğuz'a okkalı bir tokat yapıştırdığında ve;
"Senin suçun değil. Onun seçimi. Elinden geleni yaptın." dediğinde biraz yatışır gibi oldu. Sonra Nihat kapıyı gösterip devam etmişti. "Açmayacaklar. Daha önce de açmadılar. Gel şimdi benimle. Tayfun arkadaşa son vedamızı yapalım." Sanki az önce o kadar çırpınan o değilmiş gibi kuzu kuzu Nihat'ı takip edip Ulaş'ın yanına geçmişlerdi. Gündüz olana kadar o şekilde beklemişlerdi. Koğuşun bir kısmı uyurken diğer kısmı onlarla birlikte beklemişti. Ben de bekleyenler arasındaydım. Önce uyumaya çalışmış sonrasında ise Tayfun'un yorgun yüzü gözümün önünde cirit atmaya başlayınca pes etmiştim. Sırt üstü uzanarak sabah olmasını beklemiştim. İlk ışıklarla birlikte pencere dibine ilerleyip üçlünün yanında onlar gibi bu zamana kadar beklemiştim.Uzaktan gördüğüm iç avluya bakan bütün koğuş pencerelerinde bizim gibi bekleyen silik yüzler seçiliyordu. Bizim koğuşun hizasındaki avlu kapısında bir hareketlenme olunca bütün kafalar oraya çevrildi. Dört gardiyanın omuzlarındaki tabut avluya henüz girmişti ki göremediğim bir yerden cam kırılma sesi geldi. Hemen ardından da tanımadığım bir ses haykırmaya başladı.
"Tayfun Demir kendini yaktı! Tayfun Demir işkencelere dayanamadığı için işkenceler son bulsun diye kendini yaktı! İşkencelere dikkat çekmek için yandı. Bir daha kimse yanmasın diye kendini yaktı. O bugün siz uyanın diye uyuyor! Bari son yolculuğunda ses verin!" Nereden geldiğini bilmediğimiz ses henüz kesilmeden avludaki gardiyanlar tabutu yavaşça yere bırakıp koşarak sese doğru ilerlediler. Tabut şimdi tek başına içindeki adamın defalarca volta attığı avluda duruyordu. Ulaş, Nihat ve Oğuz'a bakarak;
"Engin haklı." dedi. Sonra da yanımızdan ayrılarak mutfak eşyalarının olduğu duvardaki asma dolabın yanına gidip bir tencere ve kepçe kaptı. Tekrar pencere kenarına geldiğinde tencereyi ters çevirip kepçe ile hızlıca dibine vurmaya başladı. Çıkardığı ses tek başına yetersizdi. Biz de aldığımız gereçlerle ona eşlik edince ses şimdi epey yükselmişti. Diğer koğuşlarda eşlik etmeye başladığında tabutu avluya bırakmış olan dört gardiyan koşarak geri geldiler. Omuzladıkları gibi hızlıca dış avluya doğru yöneldiler. Tayfun zincirlerle, ite kakıla büyük bir hevesle tıkıldığı delikten yine hevesle ama bu defa omuzlar üzerinde çıkarılıyordu dışarı. İşte ölümün nihayete erdirdiği çözümü artık işe yaramaz bir problem daha! Yaşarken insan olduğu unutulan Tayfun'un naaşı saygı görüyordu. Ama bu muhtemelen artık Tayfun'un umrunda değildi.Tabut artık görünmez olduğunda bile gürültüye devam ettik. Tuhaftır ki gardiyanlar ya da askerler de müdahale etmediler bize. Muhtemelen biliyorlardı yasa müdahale edilmemesi gerektiğini. Tüm koğuşlar yavaş yavaş sessizliğe büründüğünde biz de pencere kenarından çekilip koğuş içine dağıldık.
Dışarıda hala göğün feryadı ve yağmur vardı.