*Bölüm parçası; Baba Zula- Bir Sana Bir De Bana
Kalabalık ile birlikte ağır aksak yürüyordum. Uykusuzluk yüzünden bütün dengem şaşmıştı. İçinde bulunduğum kalabalığın da benden bir farkı yoktu. İki saat önce farelerle girdiğimiz savaşı müttefiklerimiz arttığı halde biz kaybetmiştik. İlk dakikalar başarılıydı aslında. Bütün fareleri çıktıkları deliğe gönderip üstünü musluğun yanındaki tası su ile ağırlaştırıp kapatmıştık. Çok kısa bir süre rahat bir nefes almıştık ki diğer hücrelerden telaşlı sesler gelmeye başlamıştı. Soner'e sorduğumda ise bizim kapattığımız delikdeki farelerin boş buldukları diğer deliklerden çıktıklarını anladık. Ve sanırım coğalmışlardı. Bir süre sonra deliğin üzerine koyduğumuz barikatı devirip bizim hücreye de yeniden taarruza geçmişlerdi. Oğuz;
"Fena kinlenmisler." diyerek beni de kendisi ile birlikte eski yatağın üstüne çekmişti. Çok fazlalardı bu yüzden uzun bir süre o şekilde sadece savunmada kalabildik. Gardiyanlar sesimize akın edene kadar bu böyle devam etti. Hepimizi, fareler hariç, koridora çıkarıp hücreleri hızlıca kapattılar. Ana giderlerden birinin tıkandığını, gidecek yeri olmayan farelerin de yeni mekan arayışına girdiğini tam da o sıralarda öğrendik. Hücre cezamız da bu şekilde sona ermişti. Gerçi gardiyanlardan birinin söylediğine göre normalde asla böyle bir şey için hücreden çıkarılmazmışız ama fareler inanılmaz bir hızla çoğaldığı için hemen müdahale etmeleri gerekiyormuş. O kadar da yenik olmadığımıza o zaman kanaat getirmiştim işte.Kafamı kaldırıp yanımda benim gibi yorgun adımlar atan Oğuz'a bir süre bakıp tekrar önüme döndüm. Güzel bir uyku çekmek istiyordum. Aslında o aptal fareler olmasa kalbimi mutluluktan patlatacak en güzelinden bir uyku çekecektim sevdiğimin koynunda. İçli içli;
"Off ooff!" dediğimde bir sessizlik oldu. Kafamı kaldırdığımda bütün kafalar bana dönmüştü. Ben bunu bu kadar sesli söylemeyecektim ya. "Ne? Neden bana öyle bakıyorsunuz?" dediğimde hala yürümeye devam ederken bana bakıyorlardı. "Hiç mi dertli adam görmediniz?" Şimdi bir kaç kişi dışında çoğu kendi hallerine dönmüştü. Oğuz tam dibime girip;
"Neyin var?" dedi sessizce."Ben sana olmayan şeylerimi sayayım daha etkili olur." Aksi bir sesle onu cevaplamam kaşlarının çatılmasına sebep oldu. Bir şey söylemeden suratıma bakmaya devam edince ben de daha kısık bir tonda konuşmaya devam ettim. "Mesela koynunu yatağa çevirebileceğim bir sevdiğim yok. O ihtimali az önce savaş meydanında kaybettim." dedim üzgün bir sesle.
"Bu kadar üzgün olma. Çok iyi savaştın. Bunu düşünüp mutlu ol." dedi sırıtarak. "Hele o attığın savaş naraları... " Farelerden biri yatağa çıkıp fark etmediğim bir anda ayağıma tırmanmaya çalıştığında boşluğuma denk geldiği için korkuyla bağırmıştım. Oğuz elindeki hırka ile fareyi kovalayana kadar da devam etmiştim bağırmaya. Muhtemelen bundan bahsediyordu.
"Ayak serçe parmağım tehlikedeydi. Yapmam gerekeni yaptım." dedim ben de sırıtarak.
Koğuş'un önüne vardığımızda gardiyanlar kapıyı açarken arkamı dönüp Soner'e bir baş selamı verip vedalaştım. Başka türlüsüne takatim yoktu. O da aynı şekilde karşılık verdiğinde açık kapıdan içeri girdik. Karanlığa gözlerimiz alışmaya başladığında yataklarımıza doğru ilerledik. Tam o sırada Kemal abinin sesi sadece adım seslerimizin olduğu koğuşta duyuldu.
"Onur? Siz misiniz oğlum?"
"Evet abi." dedim aynı fısıltılı tonla.
"Yarın gelmeyecek miydiniz?"
"Hiç sorma abi ya. Hücreyi fareler bastı. Canımızı zor kurtardık." abartılı anlatışıma yanımda dikilen Oğuz gülerek tepki gösterince intikam amaçlı; "Bu koskoca adam bile korkudan hüngür hüngür ağladı abi. Gerisini sen düşün. Ufacık hayvanların kendisine bir şey yapamayacağına ikna edene kadar göbeğim çatladı. Neymiş kulak yeme alışkanlıkları varmış. Yok daha neler." dedim. Oğuz'un artan kahkahalarının arasına bu defa Kemal abininkilerde karıştı.