Bölüm parçası; Mohammad Esfahani- Ouje Aseman*
Cezaevi haberini ilk aldığımda masamda dün tamamlayamadığım yazım ile ilgileniyordum. Haberin içeriğini duyunca pek şaşırmamıştım aslında. Sabah uyandığımdan beri böyle bir şey bekliyordum. Ruhu şad olsun babaannem hep şöyle derdi; "Eğer bir şehirde güneş yüzünü gösterdikten kısa bir süre sonra gökyüzü birden kararıyorsa o şehrin insanları tedirgin ve mutsuzdur." Gökyüzünün, yeryüzünü yansıtan bir ayna olduğunu düşünüyordu. Bilimsel bir tutarlılığı yoktu belki ama yine de çocukluğunun tüm yazlarını babannesinin yanında geçiren ben için onun dediği şekilde kararan gökyüzü, kesinlikle kötü bir haberin alametiydi. Bugün de sabahın erken saatlerinde bir ara her yer aydınlık pırıl pırıl bir güneşin esiri olmuştu. Ama yarım saat falan sürmüştü sadece. Hemen ardından mavi gökyüzünün tahtına hızla oturan karanlık bulutlar ile karşılaşmak üstelik kış olmasına ve olağan olmasına rağmen korkutmuştu beni. Ki bir saat sonra aldığım haber bu korkumun çok da yersiz olmadığını ortaya sermişti.
Şehirdeki en büyük cezaevinde büyük bir isyan çıktığına dair bir telefon almıştık. Bu dönemde böyle bir girişimde bulunmak intihar girişiminde bulunmakla aynı anlama geliyordu. Cezaevleri de ülkenin geri kalan tüm kuruluşları gibi çok katı bir anlayış ile yönetiliyordu. Muhtemelen bu isyanın mahkumlara dönüşü çok ağır olacaktı.
Arayan kişi ayrıca yaralıların da olduğunu söylemişti. Gazete oraya gitme görevini bana vermişti. Haber benimdi ve ilk defa böyle bir haber yapacağım için çok heyecanlıydım. Gazetenin tek aracını almama bile izin vermişlerdi gecikmemem için.
Cezaevinin biraz uzağına aracı park edip arabadan indiğimde ortalık tam anlamıyla karman çormandı. Bir tarafta tutuklu yakınları bir tarafta ise onları kurdukları setlerle büyük kapıdan uzak tutmaya çalışan askerler vardı.
Ailelerin nasıl bizden bile önce haber aldıklarını düşünürken bugünün görüş günü olabileceğine kanaat getirdim. Başka türlü bu kadar hızlı haber almaları imkansızdı.
Kafamı binanın üzerindeki kara bulutlara yoldaşlık yapan siyah dumanlara çevirirken burnumun üzerine bir kar tanesi düştü. Bir tane de önümde ilerleyen adamın omzuna... Sonra saçlarına. Yavaş yavaş hızlanmaya başladığında benim ve biraz ileride gülümseyerek gökyüzünü seyreden çocuk dışında kimsenin ilgisini çekmemiş gibi gözüküyordu. Sıkıntılı bir nefes verip kafamı yanı başımdaki denize çevirdim. Karadaki fırtınanın aksine çok sakindi. Bir sandal ve açıkta bir iki gemi dışında ıssızdı. Dalgınca bakışlarımı tekrar sandala çevirdim. Küçük olmasına rağmen baya kalabalık yolcusu vardı. Balık tutmak için tuhaf bir gün seçmişlerdi. Durmadan hareket halindeydiler ve açıktaki gemiye doğru gidiyor gibi duruyorlardı. Bu karamsar ortama rağmen sırıtmaya başladım. İnce dalga izine bakılırsa cezaevinin yakınlarından açılmışlardı. Şimdiye kadar yaşadığım en güzel farkındalıklardan biriydi bu. Bu cezaevinde de kalemi kırılan mahkumlar olduğunu biliyordum. Sanırım ve umarım birileri özgürlük kanatlarını darağaçlarında iplere kıstırmak yerine deniz suyuna bulamayı seçmişti. Elim birkaç defa tereddütle makineme gitti ama sonra vazgeçtim. Bu sandalı gören tek kişi olmaya razıydım.
Sandalı izlemeye devam ederken büyük bir patlama sesi duydum. Etrafımdaki diğer insanlarla beraber ben de refleksle yere doğru eğildim. Aynı anda içerden birkaç el silah sesi gelince askerlerin de işin içine karıştığını anladım. İsyan bir saate kalmaz bir iki can ile birlikte sona erecekti muhtemelen. Mahkum yakınları gözlerinde büyük bir korku ile büyük kapıyı ve yüksek duvarları izlemeye devam ettiklerinde dışarda olmanın da içerde olmak kadar beter olduğunu düşünüyordum. Belki de o kurşunlardan biri kendi canlarından birine denk gelmişti. Bilinmezlik en beteriydi.