Hikaye ve filmlerde ki gibi gözüme giren güneş ışıklarıyla uyanmayı o kadar isterdim ki.... Ama hayır. Hanneul gibi bir kediyle aynı evde yaşarken olmaz. Yine ayağıma attığı pençeyle uyanmıştım. Birbirine yapışmış göz kapaklarımı zorla ayırdım. Biricik tekir kedim yine kurulu bir saat gibi sabahın 5'inde gelip beni uyandırmıştı. Kalkmaya üşendiğim için tekrar gözlerimi kapadım ama Hanneul buna izin vermeyecekti. Bunu çok iyi biliyordum. Bir keresinde uyanmam için kulak mememi ısırmıştı.
''Beni rahat bırak Hanneul.''
Yatakta attığı sakin ve yavaş adımları hissedebiliyordum. Birden karnıma sıçrayınca irkildim. Yumuşak patileriyle boynuma kadar geldi ve -tüm ağırlığını vererek- yüzüme oturdu. Tüyleri o kadar pofuduk ve uzundu ki nefes alamıyordum. Çırpınmaya başladım ama inmemekte kararlıydı. Yani kalkmaktan başka çarem yoktu.
''Yah! Neredeyse ölüyordum, seni manyak kız!''
Hanneul'u üstümden atıp banyoya gittim. Hızla yüzümü yıkadıktan sonra odadan çıktım. Koridorun sonundaki odaya girdim, annemin işe gidip gitmediğine baktım. Çoğu zaman ki gibi yatakta yoktu. Omuz silktim ve mutfağa indim. Bir kasenin içine mısır gevreği doldurdum. İçine süt koymak için tezgaha döndüğümde kasemin yanında oturmuş aegyolu bir şekilde bana bakan ve miyavlayan bir Hanneul'la karşılaştım.
''Siz az önce beni boğmaya çalışan kedi olduğunuza emin misiniz hanım efendi?''
Sütü kaseye dökerken patisini kaldırıp yüzüme koydu. Ben de kafamı ona doğru eğdim. Öper gibi, minik minik yüzümü yaladı. Bu onun ''Baekhyunnie~ Seni öldürmeye çalışsam da seni sevdiğimi biliyorsun değil mi? Hı? Biliyorsun değil mi Baekkie~ Öyleyse lütfen beni besle. Böylece yine sana zorbalık yapabileyim.'' deyiş tarzıydı. Evet dişi, küçük -tamam o kadar da küçük olmayan- bir kedi tarafından zorbalığa uğruyorum.
"Yalaka." diye mırıldandım mamasını ona uzatırken. İkimiz de büyük bir iştahla yemeklerimizi yedikten sonra ortalığı temizleyip odama çıktım.
Yaz mevsiminde olduğumuz için serbest giyinebiliyorduk. Beyaz, uzun bir şort ve mavi yarım kol bir gömlek giydim. Çantamı aldım Hanneul'a 'hoşçakal öpücüğü' verip evden çıktım.
"Baekhyun!"
Biricik hyung'um Xiumin'i duvara yaslanmış, beni beklerken buldum. Her zaman ki gibi etrafa tatlı gülücükler yolluyordu. Aslında Çin'liydi ama Kore'ye daha iyi adapte olabilmek için gerçek ismini kullanmıyordu. Birbirimiza selam verdik, okula ilerlemeye başladık.
"Bugün geç geldin."
"Evet Hanneul sağ olsun." Kıkırdadı. Hanneul Xiumin'e ciddi anlamda aşıktı. Bana sadece yemek yada taranmak isterken, onaysa her zaman kibar davranıyordu. Yanına -annesi bile olsa- bir kadın yaklaşırsa kadına tıslıyor ve onu korkutmaya çalışıyordu.
Arada oluşan sessizliği bozmak için "Hyung. Lay'le konuşmayı düşünüyor musun?" diye sordum. Bu ciddi bir konuydu çünkü Xiumin -benim Chanyeol'ü sevdiğim gibi- Lay'i 6 yıldır seviyordu. Ama o bu konuyu alaya almaya karar vermişti.
"Neden konuşmaya ihtiyacım olsun ki? Benim zaten Hanneul'la düzenli bir ilişkim var." Büyük bir kahkaha attım.
"Seni özledi."
"Ben de onu özledim. Auuuuv. Benim minik sevgilim~ Beni duyuyor musun!? Seni özledim Hanneul~"
-------------
Otobüsten inmiştik ve tam okulun bahçesine girdiğimizde Chen nefes nefese yanımıza geldi.
"Baek! Konuşmalıyız!"
"Birazdan konuşuruz ChenChen şimd-
"Baekhyun! Anlamıyorsun. Ne yapmalıyım bilmiyorum."
"Chen saki-
"Baekhyun!"
"...."
"Lay ve Chanyeol çıkıyorlar."
"Ne?..." diye fısıldadım boğazımda oluşan yumruyu yutmaya çalışırken. Şu an endişelendiğim Chanyeol'ü -zaten hiç benim olmamışken- kaybetmek değil, arkadaşımın kalbinin kırılmasıydı. Yavaşça kafamı Xiumin'e çevirdiğimde göz yaşlarıyla savaştığını gördüm. Alt dudağı titriyordu ve kan yüzünden çekilmişti. O an ona o kadar (hagagaha) acıdım ki... Eros'un attığı tatlı, kalp şeklinde bir okla vurulunca değil; kalbine kızgın demirden, keskin bir sopa giriyormuş gibi hissettiğine aşık olursun.....
Chanyeol onu sevdiğim şu 6 yılda zaten hep birileriyle çıkmıştı ama Lay'in biriyle çıktığı ilk defa duyuluyordu. Chanyeol'ün sevgilisi olduğunu öğrendiğim ilk günü hatırlıyorum da.... 1 hafta ağlamaktan uyuyamamış, düzgün yemek yememiş ve resmen hayata küsmüştüm. -Hatta Hanneul bana iyi davranmaya bile başlamıştı.- 'Neden ben Tanrım?' diye düşünmüştüm. 'Neden onca insan varken Chanyeol?'
Ve işin kötü yani aradan 6 yıl geçmesine rağmen hala -fazlasıyla- acıtıyordu.
Kendimi bir kenara bırakıp Xiumin'e sarıldım. O en büyüğümüz olmasına rağmen bunu kaldıramayacak kadar hassastı.
"Xiumin ağlama. O popüler biri. Hep bir sevgilisi olacak. Alışmalısın."
"B-Ben yapamam Baek. Yapamam...." diyerek kollarımda kendini bıraktı. Chen son anda tutmasaydı yeri boylamış olurdu.
Xiumin'i kollarından tutarak, alelacele tuvalete götürdük. Ne kadar acı çektiğini biliyordum ve bu dayanılacak gibi değildi ama kendini salmamalıydı. En azından okulda. 2 ders boyunca teselli etmeye çalıştık ama ağlaması duracak gibi değildi. Biz de onu evine götürmeye karar verdik.
"B-ben *hgk* giderim. S-Siz *hgk*-
Chen beni de Xiumin hyung'u da şaşırtarak saygı ifadesi olmadan bağırdı. "Kapa çeneni Kim Minseok! Ağlamaktan önünü göremiyorsun!"
Xiumin ya ağlamaktan ya da çaresizlikten itiraz etmedi. Sadece benden destek alarak okulun bahçesinde yürümeye devam etti. Sesli hıçkırıklarının artık Chen'i çileden çıkardığını biliyordum. Tabi sinirleneceğini de.
"Yah! Yeter artık! Ağlama şu piç için! Sen ağladıkça benim kalbim kırılıyor." dedi Xiumin hyung'un koluna vururken. Xiumin Chen'in dedikleriyle biraz olsun gülümsemiş ve ağlamayı bırakmıştı. Ama olmaaaaz yanlarında benim gibi bir bela mıknatısı varken iki saniye bile mutlu olamazlar. Xiumin karşıya kafasını çevirdiğinde yine -daha şiddetli bir şekilde- ağlamaya başlamıştı. Chen'le birbirimize 'Ne oldu yine?' ifadesiyle baktık ve biz de Xiumin'in baktığı yere döndük.
*VE BAM*
Tabi ki çok yakın bir süre içinde görmeyi beklediğim tablo: Lay ve Chanyeol tutkulu bir şekilde öpüşüyorlardı. Eğer Xiumin haykırarak ağlamasaydı eminim orada sevişebilirlerdi.
Ama dediğim gibi Xiumin öyle ağlıyordu ki Lay ve Chanyeol ayrılıp bize baktılar. Aralarında bir şey konuştuktan sonra Chanyeol önde, Lay arkasında yanımıza geldiler.
"O iyi mi?" diye sordu Chanyeol. O böyleydi işte. Popülerler grubundaydı ama diğerleri gibi burnu ve kıçı havada zengin bir züppe gibi davranmazdı. İnsanları kırsa bile bilmeden, istemsizce kırardı.
"Umrunda mı?" Chen Xiumin'in yanından, yerden, kalktı ve Chanyeol'e sataşmaya başladı. Xiumin kolunu tutup onu durdurmaya çalışıyordu ama nafile...
Lay sevgilisinin yanına yürüdü. "Dostum, sadece iyi olup olmadığını merak etti. Böyle çıkışmana gerek yoktu." Chen, omzuna koyduğu Lay'in elini ittirdi.
"Ben senin dostun falan değilim. İbneler."
Ve oradaki herkesin tamamen hazırlıksız olduğu bir şey oldu. CHEN, KENDİNDEN BÜYÜK, İKİ POPÜLERLİK İLAHINA VAR GÜCÜYLE YUMRUK ATTI. İkiside yere düşmüştü; yüzlerinde garip bir ifade vardı.
"Gidelim."
Aramıza girip bir koluyla beni diğer koluyla Xiumin'i yerden kaldırdı. Okuldan çıkmadan önce o gün son kez Chanyeol'e baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Sweet Platonic Love
FanfictionNOT: Yaoi bir hikayedir. Bu tür hikayelerden rahatsız oluyorsanız okumamanızı tavsiye ederim. Smut yazmayı düşünmüyorum ama Smut'ımsı sahneler var :3 Ayrıca bu hikaye için bana ilham veren Ilgın Erkan'a teşekkür ederim. Byun Baekhyun: Lise 2'ye gidi...