17. Bölüm

316 19 6
                                    

-Sen...
-Gölge mi? Evet ben.
-Batu'nun arabasının sende ne işi var! Neden sana sarılmama izin veriyosun! Neden! Manyaksın sen. Sen tam bir pisikopatsın! Polise gidiyorum ben.
Tam arkamı dönmüş hızla hareket ederken bir silah tetiği bir anda durmama neden oldu.
-İyi fikirmiş. Polise gitmek falan. Ama şunu söyliyim eğer bir adım daha atarsan o polis karakoluna giren tek şey senin cansız bedenin olacak.
Yavaşça arkamı döndüm.
-Pekala. Polise falan gitmiyorum.
Bu cümleyi söylerken sesim çok kısık çıkmıştı.
Gölge bana yaklaştı. Dik dik bana bakıyordu. Ben ise korkudan gözlerimi açamıyordum.
-O kadar korkaksın ki. Hemen pes ediyorsun.  Sonra da kendini cesur sanıyorsun. Buna halk arasında ne diyorlardı... heh buldum. Kaplan gibi görünüp kedi gibi davranmak.
Hala gözlerimi açmıyordum.  Gölge konuşmasına devam etti.
-Söylesene. Batuda ne buluyorsun bu kadar?
-...
-Yakışıklı, zengin, güçlü... Ama sence bir insana aşık olmak için bunlar yeter mi?
-...
-Batunun iç yüzünü bilmiyorsun. Bilseydin ona aşık olmazdın zaten.
Gözlerim yavaşça aralandı.
-Bak Gölge. Kime aşık olup olmayacağım seni hiç ilgilendirmez.
Gölge birden boğazıma yapıştı. Bir an gözlerim karardı.
-İlgilendirir! Hem de çok ilgilendirir!
Nefes almam zorlaşmıştı. Ayaklarımla Gölgeye tekme atmaya çalışıyordum ama başaramıyordum.
-Beni iyi dinle Delfin. Sen hala benim ciddiyetimin farkına varmadın galiba. Sen artık BENİMSİN!
Ve sertçe boğazımı bıraktı. Derin nefesler alırken Gölgeye bakıyordum. O da bana bakıyordu.
-Ben kimsenin değilim.
Sesim tekrardan kısık çıkmıştı.
-Göreceğiz matmazel.
Ve Gölge koşarak geldiği arabaya binerek ortadan kayboldu. O gittiği gibi her şey eski haline döndü. Yağmur damlaları tekrar hareket etti, insanlar telaşla yürümeye başladı...
Ben ise hala yaşadığım şeyin şokundaydım. Yavaş adımlarla kaldırımda yürürken bir taksi yanımda durdu. Taksinin kapısı yavaşça açıldı ve Batu çıktı. Batuya dikkatle baktım. Ardından hiç düşünmeden onu öptüm. Batu ilk önce ne yaşadığını idrak edemedi ama daha sonra o da beni öpmeye başladı.
Yağmurun altında öpüşen iki çift. Aman ne romantik.
Dudaklarım onun dudaklarından ayrılırken Batunun gözlerine iyice baktım.
-Seni çok özledim.
Dedim hemen.
-Ben de seni.
Ardından bana sarıldı.
-Bir daha yurt dışına gitmeyeceğim.
-Neden?
-Sonra seni çok özlüyorum da ondan.
Utanarak sırıttım.
-Ne bekliyoruz burada. Hadi gel şu kafeye girelim.
Onaylarcasına başımı salladım ve Batunun elini tutup kafeye girdim. Dışarıya bakan bir masa seçtik ve yerleştik.
-Eeee ne yaptın Almanyada
-Hiç bir şey. Babamlaydım işte. Açıkçası çok sıkıcıydı. Gitmeseydim daha iyiydi. He bu arada sana da bir hediyem var.
Batunun eli hemen montunun cebine gitti ve küçük bir kutu çıkardı. Kutuyu bana uzattı.
-Umarım beğenirsin.
Batuya baktım ve ona en içten gülümsememi armağan ettim. Kutuyu hemen elinden aldım ve açtım. İçinde harika bir bileklik vardı. Bilekliğin üstünde bir sürü elmas taş vardı. Gerçekten pahalı bir şeye benziyordu.
-Batu bu. Bu çok güzel.
-Senin kadar olmasada.
Batuya baktım ve gözlerimi devirdim. O da bana bakarak sırıttı.
Bilekliği hemen kutusundan çıkarttım ve taktım. Gerçekten yakışmıştı.
-Tekrar teşekkür ederim. Bu çok güzel.
-Rica ederim.
Ardından eliyle bir garson çağırdı ve sipariş verdi.
-Ne yapacaksın yarın?
- Bilmemki. Evde olurum herhalde.
-O zaman sinemaya gidelim. Harika bir film çıkmış.
-Tamam olur.
-Harika. O zaman yarın seni alırım.
-Tamam.
Biz bunları konuşurken siparişlerimiz geldi.
Sıcak çikolatamı içerken Batunun elindeki yara izi gözüme takıldı. Birden aklıma Açelyanın evinde yaşanan olay geldi.
-Batu?
-Efendim canım.
-Şu elindeki yara izi. Nasıl oldu o?
-Şey...
-Biliyorum bu konu hakkında konuşmak istemiyorsun ama gerçekten çok merak ediyorum.
-Annem. Benim annem ben tam 13 yaşımdayken kanserden öldü. O günleri çok iyi hatırlıyorum.
Annemin ölmesine yakın yanına oturmuş elini tutarak ona bakıyordum. Hastane odasında ben ve annemden başka kimse yoktu. "Tutma kendini" demişti bana. Ona anlamsızca bakmıştım. "Ağla hadi. Ağla." Demişti. Onun üzülmemesi için ağlamıyordum ama o tabiki her anne gibi kendimi ağlamamak için tuttuğumu anlamıştı. "Ölmeni istemiyorum anne. Bizi bırakmanı istemiyorum." "Ben sizi bırakmayacağımki oğlum. Sadece sizi yerde değil de gökte göreceğim." "Hayır anne sen kurtulacaksın. Bu hastaneden hep birlikte gülerek çıkacağız." "Bu mümkün değil yavrum." "Hayır anne." "Beni iyi dinle aslanım. Benim artık sonum geldi. Tahlillerimin sonuçlarını artık okuyabiliyorum ve hiç iyiye gitmiyorum. Lütfen benim için hayal kurmak yerine kendi geleceğiniz için hayalini kurun." Göz yaşlarım hiç durmaksızın akıyordu. "Senden sadece bir şey istiyorum. Beni unutmayın yeter." Annemden duyduğum son cümle buydu. Akşam doğru doktor öldüğünü söyledi. O öldükten sonra öyle bir şey yapmalıydımki annemi hiçbir zaman unutmayacak ve unutturmayacaktum. Ben de bunun üzerine annemin elinin üstündeki doğum lekesinin aynısını çakıyla elime kazıdım.
Gözlerimden yaşlar hafifçe akmaya başlamıştı bile.
-Sen. Sen müthiş bir insansın.
Diyerek Batuya sarıldım. 
-Peki ya Eray. Bu kadar küçük yaşta annesini kaybetmesi onda ne gibi şeyler yaşattı.
-Eray ben den de kötüydü. Annem öldüğünde 3 ay odasından çıkmamıştı. Benim elime bunu yaptığımı görünce o da kendi eline yaptı.
-Nasıl yani. Aynı yara izinden Eraydada mı var.
-Aynen öyle.

GölgeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin