PS21

153 4 2
                                    

İnsanı öldürmeyen acılar vardır. Bunlar en kötüsüdür. Öldürmez ama süründürür. Bir hastalık gibi vücuduna yapışır. Bazen bir yumru olur, boğazına takılır. Bazen ise kapanmayan bir yara olur, her daim kan akıtır.

PS adlı şahıs benim hastalığımdı ve artık diğerlerine de bulaşıyordu. Benim canımı yaktığı yetmediği gibi arkadaşlarımın da canını yakıyor, bizi mutsuzluğa hapsediyordu.

Elimden geldiğince hızlı bir şekilde sesin geldiği odaya yöneldim. Mavi'nin korkak bakışları kalbimi bir kılıç gibi delerken yanına uzanıp sarıldım. ''Bir şey geldi.'' Ses tonundaki cılızlık bile gitmemi ikna etmişti. Başına gelen benim yüzümdendi ve ben burada olmaya devam ettikçe daha kötüleri olacaktı. Çınar, Mavi'nin yüzünü avuçlarının arasına alırken ''Kabus görmediğine emin misin?'' Mavi kafasını salladı. ''Tabii ki eminim.'' Can dudağını büzerken ''Hepimiz nöbbet tutuyorduk. Görmemiş olmamız imkansız.'' dedi. Ses tonunu inceltmiş, kırılmaması için çaba gösteriyor gibiydi. ''Buradaydı, elinde bıçak vardı.'' Ben haricinde kimse inanmıyor gibi gözüküyordu. Mavi'nin korktuğu kadar ben de korkuyordum. Her an her yerden çıkabilecek bir kara leke gibiydi PS. 

''Seninle uyumamı ister misin, bebeğim?'' Çınar'ın sorusuna Mavi'den cevap ''Tamam.'' geldi. İnanmadıklarını anlayınca kendini kanıtlama çabasına girmemiş, durumu kabullenmişti. 

Hep birlikte odadan ayrıldığımızda korkarak kendi yattığım odaya ilerledim ve rahat bir uyku çekmeyi diledim.

************

Açıklama: Şarkıyı oynatarak okuyabilirsiniz

Alarmımın sesi odayı dolduruken uykuya direnip ayağa kalktım. Diğerlerini uyandırmamak için sessizce aşağıya inecektim ki Çağan hariç herkesin salonda olduğunu gördüm. ''Günaydıın!'' Eliz'in sabahın körü olmasına rağmen bu kadar enerjik olması hoşuma gitmiş ve beni şaşırtmıştı. ''Senin için kahvaltı hazırladık.'' dedi, mavi. Gözleri dolmuştu. 

Ağlamamak için kendimi zorlayıp bana hazırladıkları masaya oturdum. Masadaki her şey, arkadaşlarım kadar mükemmel gözüküyordu fakat hiç iştahım yoktu. Kendimi kahvaltı yapmaya zorladım ve önümde duran çilek reçelini ekmeğime sürdüm. 

Kapı çalınca Asya ''Ben bakarım.'' diyerek kapıya yöneldi. Kapıdan içeri giren anneannemi görünce içim hüzünle doldu. Gitme zamanımın geldiğini hissettim. ''Arkadaşlarınla vedalaş.'' Cümlesi yüzüme tokat gibi çarparken ayağa kalkıp Mavi'ye sarıldım. ''En yakın arkadaşın hep ben olacağım.'' diye fısıldadı kulağıma. Gözyaşlarım daha fazla gözlerime tutunamadı ve yanaklarımdan aşağı süzüldü. Mavi'den ayrılıp Can'a sarıldım. Ben hıçkırıklara boğulurken O ''Seni unutmayacağım, en güzel sıra arkadaşı.'' dedi. Can'dan ayrılıp makyajı suratından süzülmüş en az benim kadar çok ağlayan Eliz'e döndüm. Kollarını açıp yanıma koştu. İçten bir sarılmayla beni karşılarken, ben de kollarımı ona sardım. Biz susarken hıçkırıklarımız asla durmuyor, ortamın sessizliğini bozuyordu. 

Eliz ile ayrıldıktan sonra Asya ve Çınar ile sarıldık. Kıvanç ile sarılmam ise en kötüsüydü. Abimden ayrılamıyordum. Bunca yıldır kardeş olduğumuzu bilmememize rağmen bu kadar yakın hissetmemiz hem güzel hem de kötüydü. Artık çok uzakta olacaktım. ''Kardeşim.'' dedikten sonra ağzından bir hıçkırık koptu. Nefes nefese ''Abi.'' dedim.

Kıvanç'tan ayrılıp Atlas'a sarılacaktım ki beni engelledi. ''Git.'' dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. ''Git.'' dedi, tekrar. Deniz gözlü çocuk beni şaşkına uğratmış, hırçın dalgalarından birini üzerime savurmuştu. Arkamı dönüp ilerledim. Kapıdan çıkmak için hamle yapıyordum ki ''Me.'' dedi. Ardından ekledi. ''Gitme.'' 

Arkamı dönüp koşarak Atlas'a sarıldım. Bir o iç çekiyor, bir ben iç çekiyordum. Kalbim binlerce parça haline ayrılmış, iliklerime kadar acıtıyordu.

 Bir süre öylece kaldık. Ardından gitmem gerektiğinin farkına varıp ondan uzaklaştım ve arkama bakmadan kapıdan çıktım.  Ardımda bıraktığım enkazın sahibi bendim. 


Keşke hiç buraya gelmeseydim diyemiyorum. Öyle bir şey demenin çok büyük nankörlük olduğunu biliyorum. En güzel duygularıma şahit olduğum bu yere, arkadaşlara asla nankörlük edemem.


Arabaya bindiğimde arkamda gözü yaşlı insanlar bırakmıştım. Şimdiden onları çok özlemiştim. Hayatımın geri kalanını başka bir ülkede geçireceğim düşünülürse böyle yapmamam gerekirdi.

Benim ağacımın kökleri buradaydı. Diğer ağaçların kökleriyle karışmıştı ve koparılamaz bir hal almıştı. Onları seviyordum ve onlarında beni sevdiğini biliyordum fakat ben hastalıklı bir ağaçtım. Eğer bir an önce kökünden koparılıp başka yere taşınmazsam hastalığımı onlara da bulaştıracaktım. Bir ağaç için bütün ormanın solmasına gönlüm razı gelmezdi.


Bu yüzden gitmek zorundaydım. 'özlem' duygusunu tüm damarlarımda hissetsem de kalamazdım.


Kalbim tüm bedenimi istila etmişti. Bütün vücudum 'kal' diye bağırıyordu. Ben ise tek başına savaş veren beynimi dinledim.


Sessiz bir yolculuğun ardından nihayet havaalanına gelmiştik. Anneannem pasaport ve bilet işlerini hallederken, ben telefonumla uğraşıyordum. ''Sana ihtiyacım var.'' Çağan'ın sesiyle irkilirken başımı telefondan kaldırıp sesin sahibine çevirdim. Gözlerinin etrafındaki mor halkalarla, her teli başka yöne bakan saçlarıyla, kurumuş dudaklarıyla darmadağın gözüküyordu.

Ellerini belime doladığında karşılık vermedim. Biliyordum ki sarılırsam ayrılamazdım. ''Seni sevmekten asla vazgeçmedim.'' dediğinde vücuduma hoş bir sıcaklığın yayıldığını hissettim. Bu hoş sıcaklık içimi yakarken, bedenimi ürpertiyordu. ''Özür dilerim, Çağan.'' dediğimde elleriyle dudaklarımı kapattı. ''Senin canın sağolsun, benim küçük Uykucu'm.''

Sözleri, basit özrüme kılıç çekti ve beni paramparça bıraktı.

Kuruyan gözlerim, tekrar ıslanmadan ondan ayrılıp anneannemin yanına ilerliyordum ki bakışlarımı çevirmemle televiyondaki tanıdığım simayı görmem bir oldu.



Popülerlik Savaşı 1: Fısıltı Gibi ÇığlıklarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin