Kötü anılar, kabuk bağlamazdı. Her daim açık kalırdı. İnsanın aklına getirdikçe bu tür anıları, yaraya tuz basmış olurdu. Aklına geldikçe canı acır, yarası tazelenirdi. En kötü tarafı da ilk günkü kadar acımamasıydı. Şimdi bunun neresi kötü? Diye soracaksınız. İlk günkü gibi acımaz çünkü yeni yaralar eklenmiştir. İlk günkü gibi acımaz çünkü alışmışsındır.
Hayat bu değil mi? Sen büyüdükçe yaraların çoğalır. Hatta bazen 'buna mı üzülmüşüm?' diye sorarsınız kendinize. O zaman çok büyük geliyordur size. Fakat büyüdükçe iki katı acılarla yüzleşirsiniz. Siz büyüdükçe dertleriniz de büyür.
Burnumdan soluduğum kirli hava yüzünden öksürdüm. Havayı soludukça öksürüklerimin ardı arkası kesilmiyordu. Kaçmak için hamle yapmadım. Yangını söndürmeye çalışmadım. Aksine çoşkuyla parlayan ateşin, soluk tenime yaklaşmasına izin verdim. Az sonra kaskatı, simsiyah halde cesedimin buradan çıkacağının farkındaydım. Korkmuyorum diyemezdim ama böylesinin daha iyi olacağını düşünüyordum.
Arkama yaslanıp gözlerimi kapattım. Öksürüklerim artmıştı. Gülümsedim. Annemi görecektim. Bir alev dalgası yatağımın ucuna değdiğinde ''Duru!'' sesini duydum. Çağan'ın gür sesi kulaklarımı çınlatırken ellerimle ağzımı kapattım. Sesimi duymasını, beni bulmasını istemiyordum. Boğazımdan, dudaklarıma yükselen öksürük sesi buna izin vermiyordu. ''Geldim!'' sesi duyduktan hemen sonra kapı açıldı.
Koluma değen sıcaklık canımı yakıyordu. Çığlık atmamak, ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Çağan'ın yanıma yaklaşan suratını gördüm. Kendine sper ettiği ceketini bana verdi. ''Bunu başının üstüne koy, Ben arkandan geleceğim.'' Omuz silktim. ''İstemiyorum, git buradan.'' Çağan'ın simsiyah olmuş suratı şaşkınlık içerisindeydi. Ard arda öksürdükten sonra ''O zaman beraber ölürüz.'' dedi. Alevlere yaklaştı. ''Bir can senin yüzünden ölüyor.'' Beynim sustu ve vicdanım devreye girdi. ''Git buradan, öleceksin!'' diye bağırdım, öksürüklerimin arasından. ''Senin olmadığın dünya, bana cehennem. Ha, bu cehennemde yaşamışım, ha o cehennemde.''
Buradan çıkacağımızı ummuyordum. Her yer alev içindeydi. Belki de sırf bu yüzden ''Hadi, gidelim.'' dedim. Ceketini yeniden uzattığında mecburen almak zorunda kaldım. Başımın üzerine sper ederken odadan çıkıyorduk. Merdivenlerin son basamağına gelmiştim ki ayağımda zemini hissedemedim. Ağzımdan bir çığlık koparken ayağımın merdivene gömüldüğünü fark
ettim. Ayağımı çekmek için zorladım. Ama bir gram oynamadı. Çağan durup bana baktığında "Sen git. Bak, hayat ölmem için bir sürü fırsat veriyor." Dedim. Öksürüklerinin arasından konuştu. "Hayat yaşaman için fırsat veriyor. Ben burada olmayabilirdim." Yanıma geldiğinde diz çöktü. Ağzım şaşkınlıkla açılırken merdivenin tahtasını yumruklamaya başladı.
"Ayaklarını çıkar." Dediğinde zorlanmadan ayaklarımı çıkartabildim. "Dumanlar çoştu. Emekleyerek gideceğiz." Kurduğu cümlenin ardından yere yattı. Ben de yere yatarak arkasından ilerledim.
Dış kapıya yaklaştıkça polis, itfaiye ve ambulans sesleri kulağıma geldi. Öksürüklerim hiç durmaksızın boğazımdan dökülürken bir adım daha atacak gücüm kalmamıştı. Ellerim gücünü kaybettiğinde kendimi sert zemine bıraktım. Görüş alanımdaki renkler birbirine karıştığında gözlerimi kapatmamak için elimden geleni yapsam da gözkapağımdaki ağırlığı kaldıramadım ve her şey bir anda siyaha büründü.
**********
En kötüsü nedir biliyor musunuz? Bütün her şeyinizi kaybettiğinizde bile yaşıyor olmak, elinizde yaşamak için hiçbir neden yokken hala soluk alıp vermek. Umutlarınızı uçurumdan aşağı attıklarını bilmek acı veriyor. Çocukluğunuzun yok olup gittiğini nasıl kabul edebilirsiniz? Annenizi kaybetmek ne demek anlayabilir misiniz?
Yarattığım hayattan, seçtiklerimden, vazgeçtiklerimden ama en çok 'keşke' demekten nefret ediyorum. Keşke annemin yanında olmayı seçseydim. Keşke evden kaçmaktan vazgeçseydim. Keşke, keşke demeseydim. O kadar pişmanım ki kendime hangi cezayı verirsem vereyim, vicdanımı rahatlatamazdım. Hiçbir teselli yaşama isteğimi geri getiremezdi.
Gözlerimi açtığımda kendimi kocaman beyaz bir koridorda buldum. Işıklar gözümü acıtıyordu. Yanımdan geçip giden kır saçlı adama baktım. ''Bakar mısınız?'' Sesim oldukça yüksek çıkmasına rağmen adam duymadı ve yoluna devam etti. Biraz daha ilerleyince hastahanede olduğumu anladım. ''İki ay geçti. Koskocaman iki ay. Hala uyanmadı!'' İşittiğim tanıdık sese ilerledim. Çağan gözyaşları arasında bakışlarını bir yere sabitlemişti. ''Çağan?'' dediğimde bakışlarını bana çevirmedi. Biraz daha yaklaşıp omzuna dokundum. Elim omuzunu delip geçtiğinde şok içinde kalakaldım. Nefesim hızlanırken, göğsüm inip kalktı. Baktığı yöne baktığımda kendimi gördüm.
Büyük, ışıklı bir camın içinde öylece yatıyordum. Tenim bembeyazdı. Dudaklarım kurumuştu. Ölü gibiydim. Kendimi öyle görmek, büyük bir çuvalın içinde boğulmak kadar acı vericiydi.
''Benim hatam.'' diyerek Çağan'ın yanına yaklaşan kişiye baktım. Gözlerim kocaman açılırken iliklerime kadar özlediğimi düşündüm. Büyük bir boşluk hissiyle kalakalacağımı bilmeme rağmen annemin bedenine sarılmaya çalıştım. Üzerinde daha önce görmediğim sarı bir tişört vardı. ''Hayır, benim hatam.'' diyerek annemin söylediğini yalanladı, Çağan. Ardından devam etti. ''Onu en yakın arkadaşıyla aldattım. Sadece dört hafta olmasına rağmen Sinem ile çok yakın arkadaş olmuşlardı. Onun gözleri önünde en yakın arkadaşıyla öpüştüm.'' Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Annem iç çekti. ''Gözlerinin önünde babasını aldattım. Açıklamam ise eve gidince anlatacağım oldu. Şuan yaşamak için savaşmamasını o kadar iyi anlıyorum ki.''
Işıkların içinde yatan bedenime ıslak gözlerle öylece baktılar. Çok geçmeden babam geldi. Gözleri umutsuz ve yorgun bakıyordu. ''Keşke o hotele sizi bırakmasaydım.'' Kafasını cam duvara vurdu. ''Sadece tatil yapmanızı istemiştim.'' Çağan yerinden kalkıp yüzünü cam duvara yasladı. Gözyaşlarını silerken ''İki aydır uyuyorsun, uykucu. Uyanmalısın artık.''
Çağan'ın bana neden uykucu dediğini, beni nereden tanıdığını artık anlamıştım. O, voleybol maçındaki kızla büyük bir hata yapmıştı. Annem de büyük bir hata yapmıştı. Onları affetmem zordu ama artık her şey çok farklıydı.
Kirli sakallı, gür saçlı bir doktor yanımıza geldi. Bakışları kısa bir süre için ışıklar içinde yatan bedenime kaydı. ''Uyandığında felç kalabilir, kör olabilir, uyanmayadabilir. En düşük ihtimal hafıza kaybı yaşayabilir. Uyandığında her şeyin eskisi gibi olmasını beklemeyin. Her şeye hazırlıklı olun.''
***
''Neden uyanmadı? Çok uzun sürdü!'' Duyduğum sesleri idrak etmem birkaç saniye sürdü. Gözlerim yavaş yavaş açılırken görüşümün netleşmesini bekledim. Karşımda endişeyle bana bakan insanları gördüm. ''Uyandı!'' diye ciyaklayan arkadaşlarımın arasından yaşlı bir kadın yanıma geldi. Yüz hatları bana benziyordu. Gözleri ise annem gibi yeşildi. Tanımadığım bu kadına baktım. Gözlerini etrafta gezdirdikten sonra bana baktı. ''Duru ile özel bir şey konuşabilir miyiz?'' Arkadaşlarım homurdana homurdana çıktıktan sonra ''Ben anneannen.'' dedi. Bu kadar yakın akraba olmamıza rağmen ikimiz iki yabancıydık. Bunun nedeni annem ile kavgalı olmalarıydı. Annem, anneannem hakkında çok fazla şey anlatmamıştı. Ne zaman anneannemi sorsam konuyu değiştirmişti. Ben de bir süre sonra sormayı bırakmıştım. ''Biraz garip olacak biliyorum. Ben Almanya'da yaşıyorum. Yanıma gelmelisin.'' Reddetmek için ağzımı açtığımda beni durdurdu. ''Hemen cevap verme. Cenaze işlerini halletmek için şimdi gideceğim. Geldiğimde iyi düşün ve karar ver. Yeni bir sayfa açmak istemez misin?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Popülerlik Savaşı 1: Fısıltı Gibi Çığlıklar
Aksiİçindeki kocaman boşluk hissiyle yeni bir şehre taşındı, Duru. Bumerang gibi kendini tekrarlayan günlerden biraz olsun kurtulmak istiyordu. Öyle de oldu. Yeni şehir beraberinde gömülü sırları getirdi. Hayatın acımasız gerçekleriyle ilk kez karşılaşa...