3

33 2 0
                                    

                 DELİ BEKİR'İN ÖYKÜSÜ

                 Bekir dünyaya geldiğinde sapsarıydı. O kadar sarı idi ki korktular önce. Her çocuk sarılık geçirir ama Bekir'in sarılığı biraz değişikti.Korkutucu bir sarılık ve hiç geçmeyecek gibi duruyordu. Kakası bile sapsarı idi.Babası Güdük Mehmet çocuğunun öleceği aklına geldikçe gözleri doluyor ağlıyordu. İlk altı kız evlattan sonra duaları kabul olmuş Allah ona bir erkek evladı vermişti. O da sapsarıydı ve adı gibi biliyordu ki birkaç güne kalmaz ölecekti... Güdük Mehmet de karedeşlerinden üçünü sarılıktan kaybetmişti. Ölen ölüyor ölmeyen sürünüyordu. Kah yatıyor kah ayağa kalkıyor hayatını kan kusarak noktalıyordu.

             Kel muhtarın karısı Sevim:

- Mehmet yeğenim, korkma sen kalbini serin tut. Canın bedenden ne zaman ayrılacağını Allah bilir. Yaşa bakmaz ölüm , yaşı dolan değil vadesi gelen gider.

            - Öyle de... Ne diyeceğini şaşırmış donmuş kalmıştı.

       - Doğan çocukta sarılık olur, geçer gider.

             Yeniden yutkunmuş kerpiç evi dolduran komşularını gözlerinin içine bakmış yardım istemişti.

                   - Geçer değil mi? İçeriyi dolduran kadınlar:

            - Tabiî ki geçer dünyaya gelip de ne sarılar gördüm, bu ne ki. Geçen sene yukarı köyde bir çocuk dünyaya gelmişti, bunun sarılığı ne ki... Açık sarı kalır. Şimdi bembeyaz. Allaha şükürler olsun şimdi geziyor.

             Güdük Mehmet inanıp inanmamak ta karasız kaldı. Annesi Çilli Kezban:

             - Sen bu sene erkenden Adana'ya çalışmaya git. Para biriktir sağa sola harcama. Dert veren Allah'ım derman verir. Paraları al gel  Karaman'a oradan Konyaya doktara  gideriz.

             Ertesi gün, bir ay sonra Adana'ya budağa gidecek köylüleri toplayan Çavuşu beklemeden sırtına vurduğu yorganı ile yola çıktı. Emine kocasının bir daha geri dönüp dönmeyeceğini bilmeden arkasından bir kova su döktü. Beklemeye başladı.

          Kerpiç eve girip oğlunu emzirdi. Köyün imamını çağırıp okuttu. Sürekli dua etti, etti. En büyüğü on üç yaşında Rukiye ve  altı kızı da dua etti. Dedelerinin ismini taşıyan Bekir'i el üstünde tutup üzerine toz bile kondurtmuyorlardı. O kadar ilgiye rağmen Bekir'in sararması devam ediyordu. Sarı o kadar sarı oldu ki sapsarı hafif kalıyordu demeye. Ürkütücü bir sarı. Dayanılmaz hal alınca Büyük kızı Rukiye'yi de yanına alıp kasabanın yolunu tuttu. Çocuğu sırtında, güneşin kor olup insanın üzerine indiği bir vakit kasabaya geldiler. Kan ter içinde kasabaya indiklerinde soluklanamadılar.  Sağlık ocağında ki yaşlı doktor bile çocuğu görünce ne diyeceğini bilemedi.. Yutkundu gözleri fal taşı gibi açıldı. Yaşlı doktor:

                    - Aman Allah'ım bu ne dedi. Böyle sarılık mı olur ?Bu çocuk nasıl bu kadar sarı. Şimdiye kadar nasıl ayakta durabilmiş. Sarılık geçirenleri çok Gördüm ama böylesini hiç görmedim.Şimdiye kadar...

''Ölürdü'' diyecek oldu lafını yuttu. Gelen köylü kadının üzüleceğini düşündü söylediklerine de  pişman oldu:

- Kaç aylık?

- Bu ayın beşinde yedi aylık olacak

- Doğduğunda da böyle sarı mı idi?

- Evet, doktor bey, sapsarıydı. aynı yumurta sarısı gibi..

BENEKLİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin