15

6 1 0
                                    



                                            


                                       PORTAKAL BAHÇELERİ

                    Güney kent Mersin'inin güneyine Torosların yamacına kurulmuş büyük bir mahalleydi. Beş katlı yüzlerce bina, kutu gibi odaları, Torosların serinliği, şehir merkezine fazla uzak olmaması, orta gelirli ailelerin rüyasını süsler olmuştu. Seçimlere yetişmesi için Büyükşehir Belediyesi tarafından acele ediliyordu. Mahalle o kadar büyük olacak ki deniyordu Mersin boşalacağı konuşuluyordu. Mahalle çok büyüktü, hayaller, umutlar da bir o kadar. Evsizler, kirada oturanlar,fırsatçılar... Hepsi bekliyordu.

               Mahalleye giden belediye araçları sürekli inşaat malzemeleri taşıyordu. İşçiler servisle geliyordu. Seçimlere yaklaşmasına daha varken kapısız penceresiz evler dolmaya başlamıştı. Belediye zabıtaları birkaç defa kapısız, penceresiz, sıvasız evlerde oturan aileleri çıkarmaya çalışırken olumsuzluklar olmuştu. Böyle olumsuzluklar oyları düşüreceğinden Belediye başkanı zabıtalarına geri çekti. Sadece ev için başvurup vurmadığını, parasını ödeyip ödemediğine baktı. Oturan aileleri zorlamadı. Madem sıvasız penceresiz evlerde oturuyorlar kendileri bilir. Daha da önemlisi elektrik ve su da yoktu. Sadece lağım borularının döşenmişi olması ailelerin oturmalarına yetti. Kimse elektriği de suyu da aramadı. Mersin da yaşasalardı kira ödeyecekler, bir de bu konut evlerinin taksitlerini yetiştireceklerdi. Suları da çevre köylerden,Mersinden bidonla taşırlardı Elektrik, su, telefon... Hepsini sıfırlamış olacaklardı. Masraflarını en aza indirmişlerdi.

                Gece zifir karanlığa bürünen Güney kent, sabah işe gidenlerin canlılığı, okul çocuklarının sesleri ile dolup taşıyordu. İşe gidecek olanlar en az beş kilometre yürüyüp dolmuş durağına gitmeleri gerekiyordu. Belediye bir de yığılma olacağını düşünerek buraya hatta vermedi, kendi otobüslerini de çalıştırmadı. Ev çekilişine katılacak olanlardan en fakir olanlar gelmişti. Onlara da göz yumulmuştu. Eğer otobüsler işlerse durumu biraz daha iyi olanlar da gelir, o zaman da çalışmalar dururdu. Zor kullanmalar artar, oylar düşerdi. Güneykent seçime kadar bu ahali yeterdi. Sıvasız duvarlar sıvanabilir, duvarlara içerde yaşayan aliler olsa da elektrik döşenebilirdi. İşlerin süresinde bitmesine engel olmazdı.

               Ara sokaklarının çok geniş olduğu sokak arlarında çocukların oyun oynaması da zor olmuyordu. Bir birlerine karışıp oynayan çocuklar, binalara girip çıkan insanlar... Kıpır kıpırdı.

                                                           **************

              Dış sıvasının yapıldığı binanın önünde üç kardeş top oynuyordu. Kız kardeşleri ufak Mücella'yı kaleye geçirmişlerdi. Bahar güneşi yakmaya başlamış, dağdan gelen hafif bir serinlikte serinletiyordu.

                - Çocuklar terlemeyin, güneş var hasta olursunuz...

                   - Tamam anne...

                - Ferdi, Mücella, Mahmut... Yavrum bir söz dinleyin... Size banyo suyu taşımaktan bıktım. Terlemeyin dedim, terlemeyin... Çamaşırlarınızdan, banyonuzdan bıktım. Size kıyamıyorum su taşıtmıyorum, annenizi biraz düşünün.

             Çocukları maçı bitirmek için son bir atak yapınca kadının kanı beyni çıktı.

              - Bırakın şu dedim, bırakın... Hepsinin kolundan tuttu. Ferdi oğlum ağabeylerisin sen... Laf dinle. Koş yukarıdan su bidonlarını indir.

                Zayıf, güneş yanığı olan Ferdi eve inip çıkması bir oldu. Elindeki bidonları kardeşlerine birer ikişer dağıttı.

             - Şimdi bir sıraya girin de siz de bir görün, su taşımak nasıl olurmuş bir öğrenin.

               Çocuklar ellerinde bidonlarla suya gittiler. Gün ikindiyi geçmişti. Üçkardeş su kuyruğunun göründüğü yere yürüdüler. Karşıdan gelen babalarını görünce çığlık attılar. Babalarına koşmaya başladılar. Babalarının bacaklarına sarıldılar.

            - Baba, baba...

               - Durun bakayım dedi, gülümseyerek yerden üç çocuğunu da kucağına aldı. Ferdi, Melahat, Mahmut babalarının yanaklarını paylaşamadılar.

              - Size ne aldım bilin bakalım... Çocuklarını yere bıraktıktan sonra çikolatalarını çıkardı. Şimdi yemeyin ama... Yemekten sonra...

                - Baba, annem bize kızdı, su doldurmaya gönderdi.

               - Tabi canını sıktınız kadının... Yoksa dedi telaşla...

                  - Yok, baba daha haberi dedi Melahat.

              - Tombiğim benim şimdi daha erken. Annenize de ben söylerim.

            - Annem kızmaz değil mi? Dedi Mahmut.

              - Yok, kızmaz dedi. Bakmayın öyle sert göründüğüne anneniz bir melek. Hadi suyu beraber dolduralım. Epey geç olacak

              Su kuyruğuna hep beraber girdiler. Kuyruk uzundu. Çeşmenin yanı başında bakımsız duran portakal bahçesi rahatlatan havayla birlikte en güzel kokusunu sundu. Portakal çiçekleri güzel kokuyordu. Bahçenin de anlatacakları vardı, susuyordu.

BENEKLİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin