11

12 1 0
                                    




                                                                                  DEDE

                      Dede, bulutların dağıldığını, havanın açtığını bilmeden dışarı çıktı. Sabah mı, öğle mi pek fark etmiyordu artık. Epey zaman yatağa mahkum olmuş kıpırdayamaz olmuştu. En ufak esinti de hava değişiminde titriyor, öksürük nöbetine tutuluyordu. İçeri de komşularının, akrabalarının getirdiği odunlar gün yirmi dört saat yanıyordu. Isı aynı idi. Soluk alamıyor gibiydi. Yaylaya çıktıklarından beri bir defa olsun yıkanamamışlardı. Toz üstüne ter çamurlaşıp derisine yapışmış ikinci bir deri oluşturmuştu. Ama o gün öksüreceğini bile bile oba evinin çulunu aralayıp dışarı çıktı. Tatlı bir serinlik, tatlı bir sıcaklık kucaklamıştı. Temiz havayı ciğerlerine çekerken yeni bir tutulmaya yakalanacağım diye korktu. Temiz hava ciğerlerini açtı. Belini doğrulttu. Güneş ışığı gözünü kamaşatırmışsa da elini gözünün üstüne getirerek, çocukluğunda koşup oynadığı, gençliğinde koyunları önünde gezdiği irili ufaklı tepelere çukurlara gözü takıldı. Her yerde Dede vardı. Çocuk, genç, yaşlı. Geziyor, oynuyor, çalışıyordu. Yere düşüyor eli ayağı, kafası kanıyordu. Kimi yerlerde nohut yoluyordu. Ekin deriyordu. Patoza ekin destelerini atıp, samanları çuval basıyordu. Karısı, selvi boylu karısı, kendini bu dünyada erkenden bırakıp giden karısı da yanındaydı. Güle oynaya çalışıyorlardı. İki çocuğu da yaylada dünyaya gelmişti. Ne güzel günlerdi. Şimdi baktığı tepeler, çukurlar bomboştu artık. Her şey siliniyordu bir biri ardına.

                        Ellerini beline bağlayıp evin önünden biraz uzaklaştı. Kendi evinden farklı olmaya köylülerin evlerine baktı. Kendini bildi bileli burada duruyorlardı. Çok azı yeni yapılmıştı. Köylü yayladan yorulduğundan yaylaya çıkanlar her sene birer ikişer azalıyordu. Ayağına ufak tefek koyunlardan geri kalanları ezdi. Toprak Kırmızı, kiremit kırmızısıydı. Suyu döktün mü kısa sürede geride hafif ıslaklık kalırdı. Bir şeyler ekmek ürün kaldırmakta zordu. Bu topraklarda en iyi nohut ve buğday yetişiyordu. Her sene yayla dönüşü koyunlardan geriye ne kaldıysa tarlalarına taşır toprağın üzerine serperlerdi. Yoksa bir daha ki seneye ürün zor kalkardı. Dede tepesindeki güneşe aldırmadan yürüdü. Nasıl olsa bir daha yürüyemeyeceğini biliyordu. Son bir defa daha bakmak istedi. Daha düne kadar hiç olmazsa arı kovanlarının yanına kadar yürüyor, bir gölgelik bulup oturuyordu bütün gün. Tek tük kalmış sedir ağaçlarına bakıyor. Sürülerle geçen çobanlarla konuşuyor. Yoldan geçenlerle selamlaşıyor. Bal kovanlarına bakmaya gelen sahibi ile konuşuyor. Güneş batmaya yakın, Ermenek'teki doktor için ot topluyordu. Ama epeyden beri durumu ağırdı. Soluk alamıyordu artık. Yerinden kıpırdasa daha kötü oluyordu. Tuvaleti çok zordu. İçi kurumuştu. Yaşamaktan zevk almıyordu. Ama görmesi gereken iki çocuğu vardı. Onlar için didiniyor ayağa kalkmaya çalışıyordu. İki adım soluğunu bitirdi. Büyükçe bir kayanın üzerine çıkıp oturdu. Kasketini çıkarıp terini sildi. Hafiften esen yele dalıp gitti.

******************

                        Dede akşamüzeri uyanıp, kapının çulunu araladı. Her zaman gördüğü gibi köylüler oba taşının çevresine oturup konuşuyorlardı. Evlerden gelen çaydanlığı ateşin üzerine oturtturulmuş üçayağının üzerine yerleştirmişlerdi. Çayı biten doldurup içiyordu. Her sene köylüyü karşısında gören çaydanlık dert kapısı idi. Senelerden beri anlatılanları ateşin başındaki köylülerden dinlemişti. Konuşabilse...

- Hayırlı akşamlar...

- Hoş geldin Dede.

- Hoş geldin.

- Gel bizim oğlan şu başköşeye otur.

- Tam çayın üzerine geldin. Sana da bir bardak dolduralım.

- -Sağ olun kardeşlerim, dedi. Uzun zamandan beri kimseyle çayda içemedim. Ne zaman yatıyorum ne zaman kalkıyorum bilmiyorum. Ha yaşıyorum ha ölüyüm.

- Öyle deme Dede. Gayet iyisin dedi Uzun Veli.

- Sağ ol Veli kardeşim. Çocukken de böyleydin sen. İyi moral verir, sonra döverdin.

Güldüler. Dede gülmemeye çalıştı. Bir gülerse iki büklüm olacağını biliyordu.

- Öyle dedi Kel Hayri. Gayet iyisin. Yayla sana iyi geldi. Hem de çok iyi. Biraz topladın kendini.

- Vallahi kardeşlerim beni mutlu ettiniz dedi inanmadığını belli etmeyen bir sesle. Şu tavşankanı çayınızın da bir içeyim dedi. İçinden: belki son içişim olacak dedi

- Dedeye hemen bir çay, kan kırmızısı olsun. Çay dolu bardak eline geldi. Nasırlanmış, elleri bardağın sıcaklığını hissetmedi bile bir yudum aldı. Gözlerini kapatıp bir yudum daha aldı. Sonra bir yudum... Hava serin, gece kömür karası, beşikten beri birlikte büyüdükleri arkadaşları yanında.

- Bu sene çok verimli geçti. Sürüler çoğaldı, çuvallar doldu. Peynir bidonları he senekinden fazla.

- Güzel Allah daha çok versin dedi. Hepimiz emeğimizin karşılığını alıyoruz. Çalışmayana ekmek yok.

- Haklısın dediler Dede

                         Dede bardağını doldurdular. Bir yudum daha aldı. Bir yudum daha. Konuşacaklarını birer ikişer aklından geçirdi. Fazla uzun da konuşmak istemiyordu. Nefesinin yetmeyeceğini biliyordu. Ama konuşacakları çoktu.

- Bugün evden öğleye yakın dışarı çıktım dedi. Hala kafasından geçenleri sıraya koymaya çalışıyordu. Hepinizi gördüm. Arı gibi çalışıyordunuz. Hem de soluk almadan. Bu sene de yayla böyle kapanacak dedim. Taşlara tepelere baktım. Her yerden kendimi karımı çocuklarımı, sizleri gördüm. Kiminde çocuk, kiminde gençtiniz. Zaman ne kadar da çabuk geçiyordu. Ne kadar da çabuk. Ne zaman çocuktum ne zaman büyüdüm anlayamadım bir türlü. Yarında öleceğim kesin. Gitmeden arkadaşlarla son defa konuşayım dedim.

- Öyle deme be Dede.

- Daha göreceğimiz günler var.

Muhtar Kerim:

- Sen gelmeden konuşuyorduk.

- Beni konuştuğunuzu biliyorum. Hepiniz kardeşimsiniz. Kötü bir şey olduğu zaman yanımda olacağınızı da biliyorum. İçim rahat. Yine de konuşayım dedim. Hem içimdekileri döker rahatlarım, hem de kızım için de oğlum içinde duymak istediklerimi duyarım. Aklından anlatacakları toplamaya çalıştı.

                  - Bu mevsim bir umudum yok. Sanki köye inemeyeceğim. Eğer köye inemezsem...Mezarımı yaylaya yapın.  Aynı kuzu tepeleri gibi olsun. Yağmurla çöksün gitsin. Üzerimde koyunlar otlasın ,çocuklar gezsin.

       Arkadaşları Dedeye bir şeyler diyecek oldular. Hepsinin gözü dolmuştu yutkunmaya başlamıştı. Dede sözünün kesilmesine izin vermedi. Hıçkırararak,

         - Memetle  Fatma kızım sizlere emanet. Gözüm açık gitmek istemiyorum. Geride amcaları dayıları var ikisi de öksüz değil diyeyim. koca bir köy. Düğününü yapın iki çocuğuma da sahip çıkın. Tamam mı? Yoksa hakkımı helal etmem.

               Çay içenler duygulanmış gözleri dıolmuştu.

                      - Dede kardeşim senin için rahat osun... Sözün sonunu getiremeden derin bir sessizlik kapladı ortalığı.


                   - 

tyle='m6?

BENEKLİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin