"Mutluluk; akıl ile kalbin birleştiği yerdedir."
OĞUZ ACAR
Asya'nın yanından ayrıldığımda üstümden attığım yüklerin İlknur'u bu kadar rahatsız edebileceğini bilmiyordum. Daha kapıdan dışarıya adım atar atmaz gözlerini bana dikmişti. 'Hadi ama İlknur, biraz değişmeyi dene!' Kuş gibi hafif olduğumu görmek onu şoka uğratmış gibi bakıyordu. 'Evet güzelim, artık beni burada görmeye alışsan iyi edersin.' Yüzüme yerleştirdiğim serseri gülüşü ona armağan edep bir elimi cebime attığımda "Görüşürüz İlknur", dedim. Onu ilk gördüğüm zamanki gibi gözlüğünü geriye doğru itip dudaklarını araladı. Daha çok şaşıracağını ona söylemeli miydim? Yok, bence bu kadarı yeterliydi. Bir gün bu kapıdan Asya'nın eli benim elime kilitlenmiş olarak çıktığımızda zaten anlayacaktı. Klinikten dışarı çıkışımla birlikte içime çektiğim temiz hava yirmili yaşların sonuna gelmiş birine göre fazla duygu doluydu. Ya da şuan gördüğüm bütün cisimler bana öyle geliyordu. Şu uçan kuşlar Asya ile beni kutluyor gibi uçuyordu. Yerde dolaşıp ekmeğinin peşinde koşan karıncalardan birini durdursam verdiğim kararı tebrik edecek gibilerdi. Herkes bilsin istiyordum, iki kolumu yana açıp sesimi olabildiğince yükseltmek, boğazım yırtılırcasına bağırmak. Ama bunun yerine havayı ciğerlerime çekip merdivenlerden aşağıya inmeyi tercih ettim. Acaba Asya da benim düşündüğümü mü düşünüyordu? Şimdi geriye dönüp baksam gecemi aydınlatan o gözlerini bana bakarken görebilir miydim? Ya bakmıyorsa, o zaman uğrayacağım hayal kırıklığını sindirebilir miydim? Risk almak için sen en güzel nedensin Asya. Tereddüt etsem de arabaya binmeden önce geriye doğru attığım bakış gözlerimden ışık çıkartacak kadar beni mutlu eden kadına bakıyordu. O da beni izliyordu, merak ediyordu, daha fazla görmek istiyordu belli ki. Ona el sallayıp aynı karşılığı aldığımda istemeyerek de olsa arabaya bindim. Ali'nin dikiz aynasından Gaye'nin de hemen yanımdan bana attığı bakışa daha fazla kayıtsız kalamadım.
"Abi." Gaye'den gelen bu ses özellikle 'i' harfi uzatılarak söylenmişti ve sezgilerimin beni yönlendirmesine dayanarak şunu söylemeliyim ki: beni iyi bir sorgu bekliyordu. Aslında arabadan inip yürüyebilirdim de bu bile bu bakışlardan kaçmaya yetmezdi. Cevap vermek mi? Gerçekten diğer şıkları göremez miyim?
"Efendim Gaye," dedim yüzüme yerleştirdiğim ciddiyetle. Tabi ki yapamıyordum ve Gaye'den gelen kahkaha bir nevi 'yemezler' demekti.
"Senden oyuncu olmazmış zaten, şu haline bak. Asya seni enkaza çevirmiş ya da yeniden inşa etmiş."
Ulan bir madara olmadığım kalmıştı zaten, bunu başardığıma göre beni dibe çekecek başka seçenek kalmıyor galiba. Yok, bu bünye bu kadar küçülmeye alışık değil.
"Bunu anneme söylemem lazım." Gaye'ye bu kez sert bir bakış attım, "Sakın Gaye, ortada bir şey yok." Yok değil mi? Var mı? Henüz yok. Ulan ben niye kendi kendime konuşuyorum?
"Aslında haklısın abi, sen söylesen daha iyi olur, Burcu meselesini benden dinlemesin." Yüzüme vurulan bu tokat beni kendime getirmişti işte. Tam olarak olmuştu. Burcu! Şuana kadar annemle nasıl oldu da konuşmadı ki zaten? Ulan her kavgayı anneme yetiştiren kız şimdi sus pus olmuş.
"Çok sağol Gaye ya, bende niye bu kadar neşeliyim diyordum zaten." Ben genelde beş dakikadan fazla mutlu olunca bir şeyler oluyor. Bu sefer uzun sürmesi gelecek olan tusunamiyi haber vermişti aslında. Gaye bana doğru döndü, "Bunu ölene kadar saklamayı mı düşünüyordun yoksa? Burcu da biliyor mu bari? Yani ayrıldığınızı."
"Gaye, yüzüme kitap fırlatan Burcu zaten, ayrılan da o!" Ulan niye hatırlatıp beni bozuyorsunuz ki. Al işte yine telefon çalıyor. Cebimden çıkardığım çoğu insandan daha akıllı olan bu mekanik makine bana Burcu'nun aradığını gösteriyordu. Burcu o kadar iyi bir insan mı ya? Sadece tesadüf desek olmuyor mu? Aslında bu duruma Gaye'nin uçak düşüren gözü de neden olmuş olabilirdi. Ekranı ona doğru çevirdim, "Konuşmak ister misin?" Gaye ellerini bana doğru kaldırıp salladı, "Asla o topa girmem abi, senin meselen." Parti bana kalınca benim meselem oluyor tabi. Çağrıyı meşgule bırakıp, "Ben onu sonra ararım," dedim.
Yol boyunca Burcu'nun nasıl arayıp durduğunu ve Gaye'nin bıyık altından laf sokmalarını, bütün bunların yanında Asya ile baş başa kaldığımızda neler konuştuğumuzu anlatayım diye üzerimde kurduğu baskıyı size anlatmayacağım. Çünkü bu benim için zor bir yolculuk olmuştu, sizi de sıkmak istemiyorum. Zaten yarım saatlik yolu trafik yüzünden iki saate geçmemiz hayatıma son vermek için tek başına yeterli bir nedendi. Şimdi sizi de derdime ortak edip intiharınıza neden olamam kusura bakmayın. Neyse Gaye'yi eve bırakıp ofise geçmiştim ve kendimce kafamı dinlemek üzere koltuğa uzanmıştım. Hatta bir ara üşenmeyip Seda'yı aradım ve ne olursa olsun telefon bağlamamasını ve yangın bile çıksa beni rahatsız etmemesini istemiştim. Tabi ki yangın meselesini mübalağa anlamında söylemiştim, umarım bunu anlayacak kadar zeki bir sekreterim vardır. Evet, ne diyorduk? Kafa dinlemek. Şuana kadar okuduğunuz bölümlerden de anlayacağınız gibi bu Oğuz Acar için bir lüks! Çünkü mükemmel(!) bir çevrem var ve hepsi halden anlıyor. Hatta bu çevremdeki kanatsız meleklerin flama taşıyanı da yine sizi şaşırtmayarak söylüyorum: Emre. Adamın ne zaman, nereden ve nasıl ortaya çıkacağı hiç belli olmuyor. Öylesine sürprizlerle dolu bir insan ki bir gün ofiste uyurken onu genelde içinde dosyaların olması gerektiği dolapta saklanırken bulabilirsiniz. Arkadaşım diye demiyorum kendisi gizlenmek konusunda bir numaradır. Avizenin içinden çıksa 'Aa sen oraya nasıl girdin?' diye sormazsınız, 'Ulan ben bunu daha önce nasıl akıl edemedim' dersiniz o derece.
İşte yine Emre'nin bu saklambaç merakı vuku bulmuş ve kendini ofisimdeki dolaba tabiri yerinde ise monte etmişti. Bugün hala oraya nasıl sığdığını düşünüyorum. Ben koltuğa uzanmış bugün geçirdiğim o güzel dakikaları tekrar hayal edip mutlu olmayı dilerken Emre beni nasıl korkutacağını kendi kafasında kuruyordu. En son yüzüme doğru bir nefesin geldiğini hatırlıyorum ve gözlerimi açtığımda Emre dişlerini bana doğru açmış bakıyordu.
"Ulan... Ulan Emre!" Yerimden fırlayıp doğruldum, "Ulan sen ne ara geldin? Oğlum seni öldürürüm!" Emre'nin yakasına yapışmış onu koltuğa sürüklemiştim. Bilincim yerinde değildi, yaptıklarımdan da mes'ul değilim o halde. Buna bir nevi nefsi-i müdafaa diyebiliriz.
"Kardeşim. Ka. Kardeşim. D. Du. Dur ölüyorum." "Benimde amacım o zaten nasıl, oluyor mu?"
Emre'nin yüzü hafif pembeleşince onu bıraktım ve koltuğa gömüldüm. Ona en son baktığımda boğazını tutmuş öksürüyordu. "Ulan zorla kendini öldürteceksin bana. Oğlum sen ne yapıyorsun ya?" Omuzuna doğru dokundum, "İyi misin?"
"Niye böyle ani çıkışlar yapıyorsun ya? Oğlum ölecektim." Birde kabahat bende gibi davranmıyor mu? Asıl beni öldürüyor.
"Dolaba giren ben miyim lan? Senin ne işin var orada?"
"Ne bileyim oğlum, neşen yerine gelir dedim. Ne oldu sana?"Şöyle bir düşünelim. Ne oldu bana? Asya ile geçen zamanı mı yoksa Burcu yüzünden gerilen zamanı mı anlatmalıydım? En iyisi mi? İkisini de.
....
"Hadi be! Ee ne yapacaksın peki?"
"Ne bileyim oğlum, sen akıl verirsin diye anlattım," dedim Emre'ye doğru dönüp.
"Sen bu kıza karşı neler hissediyorsun?" Emre'ye doğru bir kaşımı kaldırdım.
"Dürüst olmak gerekirse, ondan hoşlanıyorum," dedim. "Daha doğrusu ondan uzak duramıyorum." Galiba bu daha iyi anlatıyordu. Ondan uzak duramıyordum bu doğruydu. Bu durum tek başına aşk etmiyordu ama etmemesi için de bir neden yoktu. Sonuçta onun da kalbi boştu. En azından öyle diye biliyorum, aksi olsaydı benimle konuşmayı kabul etmezdi. Tek sorun benim ilişkimdi.
"Burcu olay çıkartır Oğuz. O kadar anlaşma ne olacak peki? Babası razı gelir mi?"
"Yemişim anlaşmasını Emre, zaten sene sonunda doluyor hepsi. Yeni işler var. Ondan korkmuyorum. Beni korkutan tek şey..." Bir an duraksadım. "Onu üzmek Emre, beni anlıyor musun?"
Yerimden doğrulup boydan boya uzayan pencerenin önüne geçtim. Bir insan nasıl mutlu olurdu? Annemin dediği gibi kalbini dinleyerek mi? Yoksa babamın yıllardır ettiği her nasihatin sonuna eklediği mantığınla düşünmek mi? Doğrusu şu ki her ikisinin de buluştuğu yerdeydi mutluluk. Peki bir başkasının kırılan kalbinin üstüne başka bir mutluluk eklenebilir mi? Yani Burcu'yu mutsuz edecek bir kararın ardından Asya ile Oğuz aşkı hayat bulabilir mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALDATMAYAN ERKEK
Romance=Romantik komedi=™ Bu kitaptaki kişi ve olaylar -umarım- tamamen hayal ürünüdür..-------------------------------------------------------------------------------- --------------------------------- ----------------- KONU TAKLİDİ HALİNDE YASAL İŞLEM BA...