Gecenin karanlığı çoktan çökmüştü. Ivy uçurumun kenarından aşağı, ay ışığının yansıdığı denize baktı. Uçurum çok yüksek değildi, ancak çok alçak da sayılmazdı. Atlasaydı ölmezdi ama ciddi bir şekilde yaralanacağı kesindi. Bakışlarını yeniden gökyüzüne çevirdi.
Bir zamanlar, henüz liseye gidiyorken ve gerçekten sevdiği arkadaşları varken neredeyse her gün bu uçurum kenarına gelirlerdi. Manzara her zaman güzeldi, özellikle öğle saatinde, güneş tam tepedeyken. October ile birlikte buraya pek çok kez gelmişlerdi, çoğunlukla geceydi, çünkü başka türlü yalnız kalacak vakit bulamıyorlardı. Ivy kayaların üzerinde oturup saatlerce konuştukları o günleri hatırladı, her şeyin henüz güzel olduğu zamanları.
Duyduğu arabanın sesiyle irkildi ama kayanın üstünden kalmadı, kimin geldiğini biliyordu. Araba birkaç metre geride park etti, soğuyan motorun hafif gürütüsü hâlâ duyuluyordu. Arabanın kapısı açıldı, ardından kapandı. Taşların üzerinde ayak sesleri duydu.
"Evinde bulamayınca buraya gelmiş olabileceğini düşündüm." dedi gelen kişi. Geçen gün terasta duyduğu ses hatırladığından daha gürdü, ama vurgusu değişmemişti.
"Doğru düşünmüşsün." diye cevap verdi Ivy, October yanına oturduğunda.
Bir süre boyunca orada sessizce oturup manzaranın güzelliğini izlediler, ardından Ivy cesaret edip yavaşça soluna döndü.
October Jareau, geçen yılların etkisiyle daha da güzelleşmişti. Ay ışığının vurduğu yüzü çok sakin, neredeyse huzurlu görünüyordu.
"Eskisinden daha güzel olman tıpsal olarak mümkün mü?" diye sordu yavaşça. October bakışlarını denizden çekmeden güldü.
"Güzellik tamamen bir yanılsamadır, Ivy." dedi iç çekerken. "Burası da eskisi kadar güzel görünüyor, ama gerçekten öyle mi? Sanmıyorum. Eğer sabah gelseydik etrafın ne kadar kirletildiğini, değiştiğini daha net görürdük."
"Çok bilimsel konuşuyorsun." dedi Ivy, hâlâ October'ın yüzünü inceliyordu. Çok yakın duruyorlardı, bunu ikisi de fark etmişti. Ufak kayanın üstünde ikisine de yetecek kadar geniş alan yoktu ama bunu umursamıyorlardı. Vücutlarının yakınlığından, sıcaklığından rahatsızlık duymuyorlardı. Onlar doğal olarak uyumlulardı ve ikisi de bunu biliyordu. Birbirleri için yaratılmışlardı.
Üzücü olan şey şuydu; ikisi de asla bir araya gelemeyeceklerini biliyordu.
"Buraya ilk geldiğimiz zamanı hatırlıyor musun?" diye sordu Ivy aniden. October cevap vermedi, ama dudaklarını ufak bir gülümseme kaplamıştı. "Çok kalabalıktık ve istediğimiz gibi vakit geçirememiştik. Sen de gecenin bir yarısı penceremden içeri tırmanıp beni korkutmuştun. Ardından yürüyerek buraya gelmiş, güneş doğana kadar bir kayanın üstünde oturmuştuk. Kaya ufaktı, bundan bile daha ufaktı ama ikimiz de şikayetçi değildik. Tüm gece sarmaş dolaş orada, donana kadar oturmuş ve saçma salak konulardan konuşmuştuk."
October güldü, ama çıkan ses bir hıçkırık gibiydi. Ivy tekrar October'a baktı ve o anda tıpkı eskisi gibi koktuğunu fark etti.
"Aynı parfümü kullanıyorsun." diye fısıldadı. October yavaşça ona döndü, yüzlerinin arasında santimetreler vardı.
"Alışkanlık insanıyım." diye cevapladı October.
Ivy zaman dursun istedi. Orada, tam o anda, böylece yakınken, göz gözeyken zaman dursun istedi.
October, Ivy'nin hiç beklemediği bir şey yaptı. Yavaşça eğildi ve onu öptü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
why try |gxg
Short Storybilinmeyen numara: 30 gün sonra. ivy: ne? bilinmeyen numara: Seni 30 gün sonra öldüreceğim. Bugünden itibaren. -pek okunmaya değmez, çok da iyi değil, kendimizi kandırmayalım.