October, Ivy'yi arabaya taşıdı. Ivy hafifti, bir tüy gibiydi, taşıması kolaydı. Ayrıca bayılmıştı, bu yüzden kendi başına yürümesi mümkün değildi.
October, Ivy'yi arka koltuğa bıraktı. Başını kapıya yaslayıp gözlerini kapattı, her şey planladığından daha karmaşık bir hal alıyordu. Onu öpmemeliydi. Devam etmelerine izin vermemeliydi. Mezarlığa gelmek planının bir parçası olmasına rağmen yanlış olduğu hissine kapılmıştı. Her şey yanlış gidiyordu.
Sürücü koltuğuna oturup arabayı çalıştırdı. Belki yanlıştı, belki yanlıştan da yanlıştı, ama planını uygulaması gerekiyordu. Bu birkaç günde hazırlanmış bir şey değildi. Aşk için feda edebileceği bir şey değildi. Yıllar boyunca beklemişti, şimdi duramazdı.
İntikam ona yetmeyecekti, bunu biliyordu. Bu yüzden, hak ettiğini almayı seçmişti.
Varış noktasına geldiklerinde October arabayı evin önüne park etti. Bir anlığına evin hiç değişmeyen dış yapısını, ıssızlığını, varlığının ağırlığını izledi; sonra ise arabadan indi.
"Ivy," dedi arka koltuktaki Ivy'yi şiddetle sarsarken. "Ivy, uyan."
Birkaç sarsılma ve tokatlamadan sonra Ivy'nin göz kapakları hareketlendi ve açılarak gözlerini ortaya çıkardı. October hiçbir şey söylemedi, sadece Ivy'yi arabadan çıkardı ve onu evin içine doğru sürükledi.
"Burası..." dedi Ivy cümlenin devamını getiremeden.
"Evet." dedi October yıllardır kullanmadığı paslanmış anahtar ile paslanmış kapının kilidini açarken. Kapıyı ittirdiğinde çok uzun zamandır yağlanmamış menteşeleri gıcırdadı. Birlikte içeri girdiler. Etraf santimler kalınlığında toz tabakalarıyla kaplıydı. Her şey geçmişe aitti, evin içindeki toz kokusuna karışan parfüm bile. October'ın babasının parfümü. Yıllarca açılmayan camlar ve kapılar sayesinde olduğu gibi kalmıştı.
"İçki ikram ederdim ama bugün sarhoş olmanı istemiyorum." dedi October, Ivy'yi oturma odasına yönlendirirken.
Bir anlığına donakaldı. Koridorda bu kadar fazla fotoğrafın olduğunu unutmuştu. Annesinin bu kadar fazla fotoğrafının olduğunu unutmuştu.
Bakışlarını çevirdi ve odaya girdi, bu sonra ilgilenilmesi gereken bir şeydi. Vakti olursa tabii.
"Burada ne yapıyoruz?" diye sordu Ivy, October'ın deri koltuğa oturuşunu izlerken.
"Eh, seni yolun ortasında öldüremezdim." dedi October sırıtırken. Bu bir şakaydı, çoğunlukla doğru olsa da. Ivy'nin gerildiğini hissetti ama bir şey söylemedi, zaten gerilmesi gerekiyordu. Ivy tereddütle ilerledi ve October'ın yanına oturdu.
"Burayı özlemişim." dedi October arkasına yaslanırken. Hayatının 16 yılını, yaşadığını söyleyebileceği tek yılları burada geçirmişti. Çok fazla anı vardı. Çok fazla acı vardı.
"Biliyorum." dedi Ivy başını sallayıp onaylarken. Buraya defalarca kez gelmişti. Çoğunluğu aklının bir köşesinde güzel anılar olarak duruyordu.
Sustular. Söylenecek hiçbir şey kalmamıştı, ikisi de ne olacağının bilincindeydi. Ayrıntıları ise sadece October biliyordu.
October ayağa kalktı ve odadan çıktı. Ivy onu takip etmedi, bacağı hissizleşmişti. İstese de hareket edebileceğini sanmıyordu. Gıcırdayan tahtaların üstünde geri gelen ayak seslerini duyunca nefesini tuttu.
October geliyordu. Buna bir son verecekti. Haklıydı da. Her şey gereğinden fazla uzamıştı.
October içeri girdi, elinde bir ilk yardım çantası vardı. Eski yerine geri döndü ve konuşmadı. Ivy'nin yüzündeki yaraları temizledi, krem sürdü ve yara bandıyla işini tamamladı. Bunları yaparken oldukça sakindi, acele etmiyordu.
Bir insan öldüreceği kişinin yaralarını neden temizlerdi ki?
Daha fazlasına yer açmak için.
"Kan istemediğimi düşünmüştüm." diye fısıldadı October Ivy'nin yüzüne düşen bir tutam saçı kulağının arkasına sıkıştırırken. "Yanılıyormuşum."
Ivy hayatında her türlü acıyı deneyimlediğini sanmıştı. Bir bacağını kaybetmişti, doğru düzgün duyamıyordu, nefes alamıyordu. Bir katildi, her şeyini kaybetmişti. Yalnızdı, acı çekiyordu. Fiziksel ve ruhsal olarak acı çekiyordu.
Ancak bu, daha önce hiç hissetmediği bir acıydı. En kötüsüydü. En iyisiydi. Bilmiyordu. Sadece hissediyordu. Canı yanıyordu. Haykırmak istiyordu ancak sesi çıkmıyordu.
October bıçağı sertçe geri çektiğinde bir miktar daha kan yüzüne sıçradı. Uzandı ve Ivy'nin başının arkasını kavradı, böylece düşmeyecekti. Ivy hıçkırıyordu. Cümleleri toparlayamıyordu. Toparlayamazdı da. Bundan sonra asla toparlayamayacaktı.
"Özür dilerim." dedi October, Ivy'nin boynundan fışkıran koyu kırmızı renkli kana bakarken. Ivy elini kaldırdı, parmakları kendi kanına bulanmıştı. Boğazını tuttu, titriyordu. Çok hızlı, çok fazla kan kaybediyordu.
"Şş," dedi October elini kavrarken. "Geçti. Her şey geçti, Ivy. Seni seviyorum. Seni seviyorum."
October izledi. Ivy'nin ruhu bedenini terk ederken, tıpkı söylediği gibi, izledi. Ivy bir süre sonra çırpınmayı bıraktı. Gözleri şaşkınca açık kalmıştı, esmerleşmiş teni rengini kaybetmiş gibi görünüyordu. October yavaşça onu bıraktı, koltuğa uzanmasına izin verdi. Kanlı parmaklarını göz kapaklarına bastırarak kapanmalarını sağladı.
İyi hissediyordu. Beklediği kadar tatmin olmamıştı, hayır, ama iyi hissediyordu. Uzun zamandır hissetmediği kadar özgür hissediyordu. Sonunda annesinin ve en yakın arkadaşlarının katilini öldürmüştü. Yıllardır hayalini kurduğu şeyi sonunda yapmıştı. Artık yapılması gereken tek bir şey kalmıştı.
Kana bulanmış yüzünü, kıyafetlerini, ellerini temizlemekle zaman kaybetmedi. Koridordan geçerken üzerinde annesinin fotoğrafı olan her çerçeveyi ters çevirdi. Evden hızla çıktı ve her yerde kırmızı parmak izleri bırakarak arabasına bindi. Arabayı çalıştırdı.
Hız sınırını çoktan aşmıştı, önemi yoktu. Kasları çalışmayı reddetecek kadar yorgundu, önemi yoktu. Hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Her şey bulanıklaşıyordu.
Arabayı uçurumdan aşağı sürerken, "Geliyorum." diye fısıldadı.
Gidiyordu. Annesine. Sarah'ya. Chloe'ye.
Ivy'ye.
![](https://img.wattpad.com/cover/127346583-288-k463363.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
why try |gxg
Short Storybilinmeyen numara: 30 gün sonra. ivy: ne? bilinmeyen numara: Seni 30 gün sonra öldüreceğim. Bugünden itibaren. -pek okunmaya değmez, çok da iyi değil, kendimizi kandırmayalım.