third hour together

4K 357 83
                                    

Yorgun, terli bedenler arabanın arka koltuğunda birbirine geçmişti. İlk defa böyle yatmıyorlardı, ama ilk defa çıplaklardı. Birbirleriyle ilgili her şey tanıdıktı, seks hariç. İkisi de bu yeni keşiften memnundu.

Ama bitmişti. Anın etkisiyle olan her şey bitmişti. Geriye sadece soğuk hava ve birbirine dolanmış iki kafası karışık beden kalmıştı. Pişman değillerdi, olamazlardı, sadece şaşkınlardı. Düşünmeden hareket etmişlerdi ve sonrasına ne olacağını bilmiyorlardı.

Hayır, October bir kısmını biliyordu. Bilmeyen kişi Ivy'ydi.

"Şimdi ne olacak?" diye fısıldadı Ivy, October'ın boynuna doğru.

October cevap vermedi. Gözlerini ileriye, arabanın ön camından dışarı dikmişti. Bir odak noktası yoktu, sadece bakıyordu. Düşünüyordu. Bir yol arıyordu. Ne yapacağına karar veriyordu. Ya da en azından Ivy öyle sanıyordu. October ne yapacağına çoktan karar vermişti, sadece bekliyordu. Doğru anı bekliyordu.

Hava aydınlanmaya başlamıştı. October, Ivy'nin kolları arasından sıyrılıp ön koltuğa uzandı ve kıyafetlerini kucakladı.

"Giyin." dedi sadece kendisi de giyinmeye başladığında. Ivy ikiletmedi. Ufak alanda ellerinden gelen kadar hızlı bir şekilde giyindiler.

October kapıyı açıp dışarı çıktı ve gerindi, bacakları uyuşmuştu. Gökyüzünün lacivert-turuncu geçişine baktı. Son defa güneşin doğuşunu görüyordu.

"Ivy," dedi hâlâ pantolonunu giymeye çalışan kadına bakarak. "Dışarı çık. Bunu görmelisin."

Ivy zorla da olsa pantolonunu giydi ve montunu alarak kendini arabadan dışarı attı. Birlikte arabaya yaslandılar ve güneşin tamamen doğup gökyüzünün koyu lacivertini ele geçirmesini izlediler.

Ivy aptal değildi. Her şeydi, ama aptal değildi. October'ın neden güneşin doğuşunu izlemesini istediğini biliyordu, çünkü Ivy bir daha asla güneşin doğuşuna şahit olamayacaktı.

"Gidelim." dedi October sürücü koltuğunun kapısını açarken. Ivy sessizce yolcu koltuğuna oturdu. October motoru çalıştırdı ve vitesi değiştirerek arabayı uçurum yolundan çıkardı.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordu Ivy. Nereye gittiklerini biliyordu, sadece emin olmak istemişti. Bu yolu tanıyordu.

"Annemi ziyaret edeceğiz." dedi October gözlerini yoldan ayırmadan.

Mezarlık ölmek için güzel bir yer değildi. Ivy ruhlara inanıyordu, yüzlerce ölü bedenin olduğu mezarlıkta yüzlerce ruh vardı. Onu ölürken izleyeceklerdi. Güleceklerdi. Hak ettiğini söyleyeceklerdi. Ivy hak ettiğini biliyordu, sadece öleceği yerin daha az çamurlu olacağını ummuştu. Onun umdukları hiçbir zaman gerçekleşmezdi gerçi.

October arabayı mezarlığın dışında park etti. Birlikte sessizce arabadan indiler ve konuşmadan ikisinin de yerini ezbere bildiği mezar taşının yanına ilerlediler.

Rose Jareau yazıyordu taşın üstünde. Ivy buraya onlarca kez gelmişti. Gelmeye mecbur hissetmişti.

"Anne," dedi October hıçkırığa benzer bir sesle. "Bak sana kimi getirdim?"

why try |gxgHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin