Aşk. Üç harften oluşan basit bir kelime.
Aşk, o kişiyi gördüğünüz zaman midenizin bulanmasını sağlar. Çoğu insan bunu midedeki kelebekler olarak tanımlar, ama aslı öyle değildir elbette.
Aşık olduğunuz kişiyi gördüğünüzde mideniz bulanır, çünkü dünyanız alt üst olmuştur. Aşk bir hastalıktır. Bulaşıcı mıdır? Belki. Ölümcül müdür? Kesinlikle.
October, Ivy'yi ilk kez gördüğü gün midesinin bulandığını hissetmişti. Hayır, sebebi ilk görüşte aşk değildi. Sebebi Ivy'nin o anda ananaslı pizza yiyor oluşuydu. October bunu mide bulandırıcı bulmuştu. Sonra, tamamen tanıştıklarında, October'ın midesi yine bulanıyordu. Sebebi pizza değildi.
İlk görüşte aşk değildi.
Ama ona oldukça yakındı.
Ivy içinse olay tamamen farklıydı. October ile tanıştıkları zaman Ivy onu ilgi çekici bulmuştu. October farklı biriydi, eğlenceliydi ve harika espriler yapabiliyordu. Zekiydi ve Ivy zekadan hoşlanırdı.
Ama October'a aşık olana kadar birlikte aylar geçirmeleri gerekti. İlk görüşte aşktan milyonlarca ışık yılı uzaktaydı. Neden bu kadar geç olmuştu?
Cevabı çok basitti. Birlikte ananaslı pizza yemişlerdi.
Evet, kulağa komik gelebilir. Çünkü komikti. Birlikte ananaslı pizza yemişlerdi ve Ivy, October'a aşık olmuştu. October onun için düştükten aylar sonra.
İkisi de itiraf edemeyecek kadar korkaktılar. Arkadaş olarak kalmaya devam ettiler, çünkü "Seni seviyorum." demek çok zordu.
Ardından, bir anda ikisinin de hayatı alt üst oldu. O iki kelimeyi birbirlerine söyleyecek şansları kalmamıştı. Ivy, yaptığı kazadan sonra ikisinin hayatını da mahvetmişti. Birbirlerinden ayrılmak zorunda kaldılar, birlikte olmamalarına rağmen.
Tekrar bir araya geldiklerinde, October, Ivy'yi öldürmek istiyordu. Haklıydı da. Ivy haklı olduğunu düşünüyordu. Yıllar boyunca içlerine gömdükleri hisler tekrar dışarı çıktığında ikisi de bunlarla baş etmeyi bilmiyordu.
Saf nefret. Saf sevgi. Karışık duyguları vardı. Aşk bundan ibaret değil miydi zaten? Sevgi, nefret, alışkanlık, özlem, ihanet, güven. 30 gün yeterli değildi, ama yettirmeyi başarmışlardı.
"Seni seviyorum." demişti Ivy.
"Sana aşığım." demişti October.
Bu kadar basitti. Her şey bu kadar basitti. Sonunda biliyorlardı, ve bu bir şekilde yeterliydi.
Ivy'nin ölü bedenini yan evde yaşayan yaşlı kadın bulmuştu. Açık kapıyı, koyu kahverengi kan izlerini görmüş ve polisi aramıştı.
Polis olay yerinin her bir kısmında parmak izi bulmuştu. Aynı elin parmaklarından, bir sürü kanlı iz. Ancak parmak izinin tek bir sahibi yoktu. Onlarca vardı. Lila Reynolds'ındı. Karen Trancy'nin, Caitlyn Pierce'in, Claudia Balow'ın.
Evin sahibi Hector Jareau bunu kimin yaptığını biliyordu. Parmak izlerinin asıl sahibini tanıyordu.
"Kızım," demişti ağlayarak. "October."
Hector Jareau'nun bir kızı yoktu. Karısı yıllar önce ölmüş, kimsesi kalmamış bir adamdı. Ancak çok emindi, katilin kızı October Jareau olduğuna yemin ediyordu.
Günler sonra, denizde hurdaya dönmüş bir araba ve içindeki ceset bulundu. Su bedenine zarar vermiş olsa da kimlik fotoğraflarındaki kadına benziyordu. Hector Jareau'dan cesedi tespit etmesini istediler.
"October," diye ağladı adam cansız bedenin siyah saçlarını usul usul okşayarak. "Ne yaptın sen?"
October'ın cesedi gömülmedi, yakıldı. Yine de annesinin mezarının yanına bir mezar taşı daha dikildi. October Jareau yazıyordu üstünde. Rose Jareau'nun sararmış mezar taşına oranla çok daha temiz, dikkat çekiciydi. Altında bir insan yatıyor olmaması ne yazıktı.
Michael Prentiss ise kızı Ivy'nin bedenini evinin bahçesine gömdürdü. Yaptırdığı mezar taşı kocamandı, gereksiz bir şekilde abartılıydı.
Ivy Prentiss yazısı fazla büyüktü. Kimse nedenini anlayamadı. Belki de büyük olması gerekiyordu, yine de hak ettiği saygıyı öldükten sonra görüyor olması acı vericiydi.
Dünya iki aşık kadını kaybettiğini henüz fark etmemişti.
"Geliyorum." demişti October.
Haklıydı. Annesi oradaydı. Sarah ve Chloe de öyle.
Ağladı, güldü, çığlık attı, hiçliği hissetti. Her şey vardı, hiçbir şey yoktu. Karanlıktı, fazla aydınlıktı. Soğuktu, yeteri kadar değildi. Canı acıyordu, uyuşuyordu. Uyuyordu, uyanıyordu. Tekrar tekrar çığlık atıyordu.
Ardından, karanlığın arasından sarı saçlar fırladı.
"Merhaba." dedi saçların sahibi, ilk defa tanışıyorlarmışçasına. "Ben Ivy."
son.
evet. bitti. inanabiliyor musunuz? başladığımda sadece eğlenmek için yazdığım ve kimsenin okumayacağına inandığım bu hikaye, büyük diye tanımlayabileceğim bir kitleye ulaştı. 35 bölüm boyunca okumaya devam ettiğiniz, yorumlarınızla beni güldürdüğünüz için teşekkür ederim. şu son konuşmaları bir türlü yapamıyorum, zaten bu da son değil. evet, ivy ve october'ın hikayesinin sonu, ama ben yazmaya devam ediyorum. değer verdiğim iki karaktere veda etmek zorunda kalmak üzücüydü, ama daha uzatamazdım ve mutlu son kesinlikle yakışmazdı. ölmeselerdi, birlikte kalsalardı asla mutlu olmayacaklardı ve bunu siz de biliyorsunuz. final ile sizi üzdüysem özür dilerim, ama hiçbir şey toz pembe değil. ivy ve october'ın hikayesi hiç değildi. umarım bu yolculuk sırasında biraz da olsa sizi eğlendirebilmişimdir, yanımda olduğunuz için teşekkür ederim. yeni kitaplarla görüşmek üzere, hoşçakalın!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
why try |gxg
القصة القصيرةbilinmeyen numara: 30 gün sonra. ivy: ne? bilinmeyen numara: Seni 30 gün sonra öldüreceğim. Bugünden itibaren. -pek okunmaya değmez, çok da iyi değil, kendimizi kandırmayalım.