× 14 ×

242 41 14
                                    

Jun Mingyu'ya eziyet ederken Wonwoo Mingyu'nun acı çekişini zevkle gülerek izliyordu. Wonwoo beni fark ettiğinde imalı shipper bakışlarıyla göz kırptı. Onu görmezden gelerek sessizce yemeye başladım.

"Akşam ne tatlı uyuyordunuz öyle. Kedi gibi sırnaşmalar falan..."
"Ben sırnaşmadım Jun sırnaştı."
Wonwoo telefonundan benim Jun'un göğsünde yatarken beline sarıldığım resmi açıp gösterdi.
"Ah öyle mi?..."
Jun kıkırdamaya başladığında utançtan kafamı bir yerlere gömmek istedim. Ben haricinde herkes kıkırdıyordu.
"Şu Shownu denilen salaktan kurtulmana sevindim zaten hiç sevmiyordum."
Hepimiz bir anda Mingyu'ya baktık. Sonra herkesin bakışları bana döndü. Herkes bir cevap bekliyordu fakat verebilecek bir cevabım yoktu. Hâlâ devam edip etmemekten emin değildim ve ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bir süre sessiz kalınca Jun suratını asarak masadan kalktı ve salona gitti.
"Mingyu sen de doymuşsundur kalk hadi."
Mingyu da salona gittikten sonra Wonwoo ile yalnız kalmıştık. Kapıyı kapatıp yanıma oturdu.

"Bu oyunu daha ne kadar devam ettireceksin? Onu ne kadar üzdüğünün farkında mısın?"
"Ben bilmiyorum...yine aynı şeyleri yaşamaktan korkuyorum. Onu sevdiğimin farkındayım ama..."
"Ama ne?"
"...ona güvenemiyorum. Ne yaşadığımızı biliyorsun hyung, beni en iyi senin anlaman gerekir."
"Gerçekten seni hiç anlamıyorum. Neden geçmişe bu kadar takılı kalıyorsun? Yeniden seni üzmesinden korktuğun biliyorum ama korkun yüzünden ikinize de acı çektiriyorsun. Neden ona bir şans vermeyi denemiyorsun?"
Kafamı yere eğip tek kelime etmeden yüzüğümle oynayıp onu dinledim. Konuşmak istemiyordum çünkü konuşmaya başladığımda dayanamayıp ağlayacağımı biliyordum.
"Bak Minghao, bu sefer seni yargılayacak kimse yok ve yalnız değilsin. Ben her zaman yanında olacağım. Ben senin abin sayılırım hem değil mi?"
Başımı okşadığında kafamı kaldırıp sulu gözlerimle gülümseyen yüzüne baktım. Kollarını açarak sarılmama izin verdi. Kafamı omzuna yaslayarak sessizce ağladım.
"Karar verirken acele etmek zorunda değilsin fakat sonsuza kadar onu bekletemezsin. İnsanların ne zaman vazgeçeceği belli olmaz Minghao. Belki senden vazgeçmez ama kendinden vazgeçebilir..."
Son cümlesini söylerken sesi titremişti. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda gözünden bir damla yaş süzüldüğünü gördüm.
Hemen gözyaşını silerek hiçbir şey olmamış gibi gülümsemeye devam etti. Gülümsemesindeki acıyı gördüğümde kalbimin parçalandığını hissettim.
"Bu konuyu sonra konuşacağız Hyung, tamam mı?"
Başıyla onaylandıktan sonra eliyle yanaklarımı sildi.
"Yüzünü yıkadıktan sonra içeri gel."
"Ağladığım çok belli oluyor mu?"
"Kurbağa yavrusu gibi gözüküyorsun."
İkimiz de güldükten sonra lavaboya gidip yeniden yüzümü yıkadım ve yanlarına döndüm. Salona gittiğimde Jun gözlerini kısarak bana baktı. Ağladığımı anlamasından korkarak başımı yere eğdim ve sessizce oturdum.

...

Son olayın üzerinden 1 hafta geçmişti. Jun izin verdiği için bir haftadır evde boş boş oturuyordum ve onu hiç görmemiştim. Günlerdir Wonwoo'nun sözlerini düşünmekten başım ağrıyordu ve kafayı yemek üzereydim. Wonwoo da genelde işten geç geldiği için tüm gün evde boş boş düşünüyordum. Kapı açıldığında koltukta pörsümüş bir vaziyette yatarken yine düşüncelerime dalmıştım ve kapının sesini bile duymadım. Wonwoo, Mingyu ve Jun içeri girdiğinde bir anda yerimden zıpladım. Wonwoo'nun gelmesini bekliyordum ama Jun'u görünce şaşırdım ve tuhaf hissettim. Belki onu birazcık özlemiş olabilirim...

Oturduğum yerde doğrularak gülümsedim fakat Jun yüzüme bile bakmıyordu. Beraber akşam yemeği yedikten sonra tekrar salona geçtik ve garip bir sessizlik oluştu. Bir süre sonra Mingyu'nun sesi sessizliği böldü.
"Hey millet! Hadi kartopu savaşı yapmaya çıkalım!"
"Kartopu savaşı mı?"
"Hiç dışarı bakmadığını söyleme sakın."
Kalkıp pencereden dışarı baktım. Her yer bembeyaz kar taneleriyle kaplıydı. Karlı havayı çok severdim. Hemen odaya koşup üstüme kalın bir şeyler giyip hazırlandım.
"Ben hazırım!"
Atkıdan dolayı sesim boğuk çıkmıştı. Wonwoo ve Mingyu montunu, atkısını ve eldivenlerini giyerek hazırlanmıştı.
"Jun?"
"Ben gelmiyorum."
"Neden?"
"Canım istemiyor."
Suratımı asıp yanına oturdum.
"Ben de gitmiyorum o zaman."
Bir süre umursamıyormuş gibi davrandıktan sonra iç çekerek kalkıp montunu giydi.
"Hazırım ben"
Neşeyle yerimden zıplayıp dışarı çıktım. Dışarısı buz gibiydi ve çıkar çıkmaz Mingyu sayesinde suratımın ortasına kartopu yemiştim. Hızlıca karşı atağa geçtiğimde kaçışmaya başladı. Wonwoo da benim tarafımı tutarak Mingyu'ya saldırmaya başlamıştı. Jun ise kenarda isteksiz isteksiz kartopu yaparak arada bir atıyordu. Mingyu'ya saldırmayı bırakıp ona attım ve tam suratının ortasına isabet etti.
"Yah! Hainsin sen Xu Minghao!"
Biraz canlanarak bana saldırmaya başladı. Kafama yediğim kar topunda kızıllık gördüğümde duraksadım. Jun'un elinde eldiven yoktu ve dikişli elini tamamen unutmuştum. Koşarak yanına gittim.
"Elini ver"
Elini çekerek arkasına sakladı.
"Yok bir şeyim."
Biraz zorlayarak elini tuttum ve dikişlerine baktım. Dikişleri patlamamıştı ama biraz kanamıştı.
"Niye söylemedin? Buz gibi olmuşsun birde."
Burnu, dudakları, yanakları ve elleri soğuktan kıpkırmızı olmuştu. Çocuk gibi azarladıktan sonra atkımı çıkarıp boynuna sardım ve eldivenlerimi çıkararak ona uzattım.
"İstemiyorum"
"Giy şunları"
"Giymeyeceğim"
"Wen Junhui! Giy şunları dedim giyer misin demedim!"
Eldivenleri zorla giydirdikten sonra ceplerimdeki cep sobalarını (ismini tam hatırlamıyorum) iki yanağına dayadım. Soğuktan kızarmış olan dudaklarını yaladığında gözlerimi dudaklarına diktim. Bir anda gelen cesaret ile parmak uçlarımda yükselip soğuktan kurumuş olan alt dudağını dudaklarımın arasına aldım. Üzerindeki şaşkınlığı atlattığında karşılık vermeye başladı. Öncekilerine göre daha yumuşak ve yavaş bir şekilde öpüyordu. Önceden de beni öpen hep o olurdu, bense sadece karşılık verirdim. İlk defa öpen ben olmuştum ve açıkçası pişman değildim. Dudaklarından ayrıldığımda hâlâ suratında şaşkın bir ifade vardı. Mingyu ve Wonwoo ise arkada durmuş aşk dizisi izler gibi bizi izliyordu.
"Ben...benim eve gitmem lazım"
"Huh?"
Jun hızlıca yanımdan ayrılarak arabasına binerek uzaklaştı. Bense hâlâ ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Mutlu olmasını ya da gülümsemesini bekliyordum fakat onun yerine benden kaçmıştı. Birden Wonwoo'nun sözü aklıma geldi; 'İnsanların ne zaman vazgeçeceği belli olmaz Minghao'. Belki de o benden çoktan vazgeçmişti. Yaşadığım hayal kırıklığı ile eve girip kendimi odama kapattım.

//Bu bölüm biraz uzun oldu sanırım. Sıkmaya başladıysa söyleyin lütfen. :')

NAMELESS  | JunHao |Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin