Uluma geceyi yırttı.
"Bu gece dolunay var, Yüce Usta..." Kızın sesi titriyor, çekinerek cümlelerin ardını getiriyordu. Koyu lacivert gökyüzüne şöyle bir göz gezdirip iç çeken adam, usulca azarladı kızı. "N'olmuş yani!" Kız başını eğerek sükunetine döndü. Konuşmamalıydım... O istemeden konuşmamalıyım... "Sıradan bir günün sıradan bir akşamı zannediyorum. Herkes için öyle! Eminim senin için de öyle Zileliz, ha?"
"Ö-öyle," Kız başını kaldırmadı bu defa. "Elbette!"Yüce Usta göğe çevrilmiş birbirlerine bağlı bakır silindirlerden oluşan aletiyle ilgilenmeyi bırakmıştı. Kaşları çatık bir şekilde Zileliz'i süzüyordu. " Bana baksana sen," dedi Usta. Sesi hırlamayı anımsatıyordu. "diğer kölelerle beraber pazara gittiğinizde yaptığın dedikodulardan biriyle karıştırmaman gereken şeyler olduğunu biliyorsun değil mi Zileliz?"
"Asla! Yüce Usta," diye mırıldandı kız. Çelimsiz bir kuş gibi titriyordu. "Umarım öyledir," diye cevapladı Usta. "umarım. Yoksa kendime başka bir yatak ısıtıcısı bulmam gerekebilir. Ne kast ettiğimi anladığını zannediyorum."Zileliz hararetle onayladı. "Kesinlikle efendim!"
"Şimdi Cakdahhad'ı oraya bırakıp defol. Gerisini kendim hallederim." Kız kalın ciltli kitabın ağırlığından kurtulduğuna seviniyordu. Kitabı bakır silindirin az ötesinde karalamaların olduğu parşömenlerin hemen yanına iliştirdi."Çok iyi!" diye ünledi Usta. Kız kitabı neredeyse yere düşürüyordu.Bakır aletiyle gökyüzünü tarama işine geri dönmüştü. Ansızın yüzüne kötücül bir gülümseme yerleşti Usta'nın."Ne fevkalade bir gece! İnanamıyorum, gözlerim yeterince sağlam zannediyorum. Ah, mükemmel!" Zileliz hayretle duraksadı. Aksi ihtiyar en son ne zaman böylesine sevinmişti? Ha, tabi ya; Ulu Belen benim kadar güzel, tazecik bir köleyi ona hediye ettiğinde...
"Şunu görüyor musun?" Bir başkasına anlatma arzusuna boyun eğmişti Usta. Yanındaysa sadece Zileliz vardı. Sarayın en yüksek ikinci kulesinde yalnızdılar. "Kör Avcı... En parlak yıldızlardan ikincisi. Onun aksiyse Onursuz Bakire... Parlaklığından ziyade fazlasıyla iri olmasıdır özelliği. Neredeyse senin göğüslerin kadar büyük, merceksiz bile görebilirsin. Bak, şuradaki! Ama şu üstlerindeki..." Kız boş bakışlarla gökyüzünde gezdirdi gözlerini. Ne olmuş üsttekine... Ne demeliyim... Yıldızdan falan anlamam ki... Ama cevap vermesi gerekmedi. Parmağıyla işaret etmeye son verdikten sonra Cakdahhad'ın sayfalarını hızla çevirdi Usta. Bordo rengi üniformasının dik yakalarının arasına daldırdı elini. Ve bir mercek parçası çıkardı. Bir iple boynuna asılmıştı. Siyah çerçevesi mehtabın ışığında pırıldıyordu. Gözüne yerleştirip kitabın üzerine eğildi.
Çoğu sayfada yıldız çizimlerinin beraberindeki eğik elyazıları birbirine karışmıştı. Yüce Usta temiz bir sayfa açtı. Dikkatle çizmeye koyuldu. Ancak bu sefer sadece üç tane yıldızın tasviri seçilebiliyordu. "O üstlerindeki Alp Yıldızı, güzeller güzeli kölem..." Bunun kız üzerinde bir etkiye neden olmadığını görünce başını iki yana salladı. "Adet bilmez, kaşık tutmaz Rihamenlerin, sevgili koruyucusu..." Bir yandan sanki unutmadan yazıya dökmeliymişçesine harıl harıl yazıyor, öbür yandan ise kesik kesik kahkaha atıyordu. Usta işini bitirince doğruldu. Hafif öne eğilmiş örgüsünü omzundan geriye savurdu. Sırıttı.
"Bu kutlanmalı. Bunu kutlamalıyım. " dedi, rahatsız edici bir tonda."Müjdeyi Belenimize verdikten hemen sonra... Hem sende ben dönene kadar hazırlan. Yatağımın sıcacık, tenininse buz gibi olmasını istiyorum. Hadi git bakalım. "Hayır, yine mi? Uzun zamandır rahattım... Yatarken azarlıyor, azarlarken uyuyakalıyordu... Fakat uzun süredir ilişmiyordu; ne güzel... İçime girmesine göz yumabilirim,ne de olsa kadınım. Beni daha mutlu edebilecek şeyler düşünürüm her lanet seferde. Ama kokusu gerçekten dayanılmaz... Of ya! Şu yıldızın suçu hep... Kokuşmuş ihtiyar için bu kadar önemli olan ne yapmış olabilir ki? "Peki Yüce Usta, emredersin!" dedi kız, istekli görünmeye gayret ederek. Beceremedi. Neyse ki Yüce Ustanın ilgilendiği bir konu değildi bu. Hevesli olsun ya da olmasın, fark etmez. Ve kuleden ayrıldı Zileliz.
Uluma yine duyuldu. Ancak bu kez daha yakından gelmiş, daha uzun sürmüştü. Usta not almayı bırakıp kulenin ucuna doğru ilerledi. Korkuluklara yanaştı. Dolunayın loş ışığında zar zor görünen surların dibinde bir gölge gördüğünü sandı önce.Sarayın kuzeyine, Belen Kulesinin olduğu tarafa bakıyordu. Sonra o gölge duvarın içinden geçmişçesine kayboldu. İstemsizce gülümsedi Usta. Ulumalar bu kez peşpeşe yükseldi. Fakat bunlar eskisi kadar gür ya da keskin değillerdi. Gece ikisini de yuttu.Yüce Usta bir süre kulenin kıyısında durdu. Şehri seyretti.
Çok geçmeden ayak sesiyle irkildi. Muhafızlardan biriydi. "Kahin Palkaklap," dedi hızlandırılmış bir reveransın ardından. Omzunun üzerinden baktı Kahin. "Belenimiz döndü. Odasında. Sizi çağırıyor."
"Biliyorum." diye cevapladı. Merceğinin ve kitabın olduğu yere doğru seğirtti. Kitabı kucakladı. "Gidelim."
İki kule arasında yol oluşturan üstü kapalı köprüyü geçtiler. Ardından Belen Kulesinin sarmal merdivenlerini tırmanmaya başladılar. Palkaklap bir kez daha, kim bilir kaç bininci kere, yüksek binalar ve merdivenler hakkında kadim günlerin en korkunç küfürleriyle lanetlerini harmanladı.
Merdivenler bitip çelikten dökme bir kapı onları karşılayınca Kahin duraksadı. Muhafızdan ona biraz zaman tanımasını istedi. "Nefeslenmem gerek evlat." dedi soluk soluğa. "Bende bir zamanlar en az senin kadar genç ve dinamiktim. Evet, bakma öyle. İnanması zor olsa da böyleydi. Yorgun gecelerimde bile en az üç kadınla..."
Kahin Palkaklap kapıyı usulca aralayıp içeri seğirtti. Yeterince soluklanmıştı. Peki kalbim neden hala ısrarla ağzımda attığını iddia ediyor... Bu haber... Ah, beni böylesi heyecanlandırıyor, Ulular ulusu Belenimizi nasıl da sevindirir acaba... Belki, belki yine bir hediye ile ödüllendirir, biricik Kahinini... Cömert Belen çok yaşa!
"Ulu efendimiz!" dedi, sızlayan belinin müsaade ettiği kadar bir reveransla. Şöminenin önünde dikilen siluet başını çevirdi. Hırlarcasına, "Gel, kahin!"diye cevapladı. Tek eliyle şömineye yaslanmıştı. Bedenini ince bir gecelik örtüyordu.
Palkaklap kısa adımlarla odanın ortalarına doğru ilerledi. "Anlat bakalım Palkaklap," Gür, zeytin siyahı saçları nemliydi.Karanlıkta şömineye bakan gözleri ise ela olmalıydı. Ela zaten... Alevlerin yansımasından olsa gerek... Kızıl... Zannettim. "gelişmelerden bahset."
"Nasıl isterseniz Belenim." diye ünledi Palkaklap. Titrek bir gülümseme takınıp memnun bir edayla lafa girişti. "Kara bulutları toplamayı başardık, Ulu efendim. Çok geçmeden Kızıl Diyar sulh sarhoşluğundan uyanıp yeniden kılıç şangırtılarının susmadığı bir yer haline gelecek. Az kaldı. Sizin olanı geri almanız için. Atalarınızın mirası -"
"Atalarım ahmaktı." diye araya girdi Belen. Ateşe tükürdü. "Çağlar boyunca tüm Kızıl Diyara hükmedip sonra bir korkak gibi sarayına, surların ardına saklanmak. Bu ahmaklıktan başka ne olabilir? Delilik mi? Belki de. Tarihimizi çok iyi biliyorsun Palkaklap. Sen söyle; büyükbabam Nagsusgan nasıl öldü?" Kahin bir an için duraksadı. "Kendini bir uçurumdan aşağıya attı Belenim."
"Peki neden?" Belenin göz bebeklerinin kızarmaya başladığına yemin edebilirdi, Kahin.
![](https://img.wattpad.com/cover/119879818-288-k254358.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Miğfer - Yılanların Kraliçesi #Wattys2018
FantasíaHedef #1 Wattpad Aracılığıyla Yayınlanan Bu Hikayede, Bildiğiniz ya da Bildiğinizi Sandığınız Şeyler Yok. İnanmıyor Musunuz? Aksini düşünüyorsanız; Miğfer'i henüz okumadınız sanırım. Pekala, geç kalmış sayılmazsınız. Hadi ne duruyosunuz, böyle buy...