// “Aşka uçarsan kanatların yanar”
“Aşka uçmazsan kanat neye yarar…” //
Boynumda hissettiğim keskin sızı ile gözlerimi açtığımda etrafımda olanları; daha doğrusu olmayanları görerek dehşete kapılmıştım. Mini uçağımın içinde kendimi terk edilmiş sokak köpeği gibi hissetmeye başlayacakken burnuma dolan parfüm kokusu ardından da perdelerin arasından beliren Emir’i görerek rahat bir nefes almıştım.
Ama aldığım rahat nefes tutulan boynum yüzünden acılı bir iniltiyle çıkmıştı dudaklarımın arasından. Emir’in “Bir sorun mu var?” diyen sesini duymama rağmen başımı ondan yana çeviremiyordum. Ona bakmadan “Boynum ahh” diye bir inilti daha çıkarmıştım. ‘Boynum’ kelimesinin cümle dışında tek başına anlam ifade etmediğini fark ettiğimde tam yeni bir cümleye hazırlanıyordum ki boynumda hissettiğim dokunuşla aniden sıçramıştım.
Bu sıçrayış bana pahalıya mal olmuştu zira çıkan ses en az üç kemiğimin kırıldığına işaret ediyordu. Acıyla bir çığlık attığımda Emir başımı ellerinin arasında sertçe sabitleyerek “Kıpırdama!” diye buyurmuştu.
Aldığım emir doğrultusunda olduğum yerde beklerken ‘Adına yakışır bir kişiliği var sürekli emir veriyor’ diye söylenmeye başlamıştım içimden. Zaten şu pozisyonda dışarıya yansıtamazdım düşüncelerimi, Emir hazır elinin altındayken boynumu kırabilirdi ne de olsa…
Emir’in elleri ensemde başımda ve boynumda gezinmeye başladığında boynumun acısının uçtuğunu hissetmiştim. Yavaşça masaj yapan parmaklarının sihirli olduğunu bile düşünmeye başlamıştım. Vücuduma yayılan uyuşukluğun gözlerimi yarı kapalı hale getirdiğinden habersiz, sadece Emir’in verdiği emre itaat etmek suretiyle kıpırdamadan duruyordum.
Her dokunuşu kalp atışlarımı bir kat daha hızlandırırken, bir anda ellerini çekmesiyle fişi çekilen komalık hastalar gibi durmuştu kalbim. “Şimdi nasıl?” diye soran kadife gibi sesi beni tekrar hayata döndürürken başımı yavaşça çevirip “daha iyiyim” dedim.
Ama sanki başka bir şey söylemem gerekiyormuş gibi hala yüzüme bakmaya devam ediyordu. “Ne var?” diye sordum merakla. “Gerçekten kabasınız küçük hanım hayatınızı kurtardım ama bir teşekkür bile etmiyorsunuz” deyince kafamda bi ampul yanmıştı ama ona teşekkür etmek, minnet duymak bana ters geliyordu. “ Merak etme borçlu kalmayı sevmem… Bi gün ben de senin hayatını kurtarırım ödeşiriz” dedim, nasıl bir kurtarma olacağı konusunda hiçbir fikrim yoktu…
“Sanırım beni kendinden kurtararak ödeyebilirsin borcunu…” dediğinde kalbimde ince bir sızı hissetmiştim. Ama belli etmeyerek “Emin ol senden kurtulacağım günü iple çekiyorum” diyerek başımı pencereden çevirmiştim. Hava aydınlanmıştı, kaç saat yolumuz kaldığını merak bile etmiyordum. Kendimi Nehir’in hayatına hapsolmuş bir tutsak gibi hissediyordum.
Eğer Duygu olabilseydim belki şu an Emir’le evlilik yapmak, balayına çıkmak zevk verebilirdi ama Nehir’in yerinde olmak can sıkıcıydı. Umutsuzca içinden geçtiğimiz bulutları izlerken aklıma gelen fikirle az daha sevinç çığlıkları atacaktım. Bunu yapmak yerine tabletiyle uğraşan Emir’e dönerek “Seni benden kurtarmanın bir yolunu buldum!” dedim. Başını ekrandan kaldırdığında yüzündeki ifade kocaman bir boşluk gibiydi. Halbuki bunu duyduğuna sevinmesi gerekmez miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ACEMİ PRENSES
Любовные романыHayata bembeyaz bir sayfa açmak ister çoğu zaman insan... Ama bir gün açtığınız bir sayfayı önceden bir başkasının kullandığını görseniz ne hissederdiniz? Sayfayı atlayıp hayatınıza devam mı edersiniz, yoksa sayfadakileri okumayı mı denersiniz??? 'A...