//Balıklar uçamaz… Ve sanırım insanlarda uçamaz…//
“Off bu topuklu ayakkabıları icat edeni bulursam tüm sülalesini kılıçtan geçirteceğim” diye oflayarak kendimi koltuğun üzerine bırakmıştım. Gelinlikle hiç rahat olmasam da bunu önemseyemeyecek kadar yorgundum.
“İcat eden kişi alnına silah dayamıyor değil mi giy diye” diyen Emir de yanıma pelte gibi yığıldığında espri yapacak enerjiyi bulabildiğine şaşırıyordum doğrusu…
Bütün konukların tebriklerini bir buçuk saat boyunca bekleyerek kabul ettikten sonra nihayet düğün bitmişti. Ama bu sefer ben de bitmiştim. Çin işkencesi literatürüne topuklu ayakkabıları da eklemeliler bence. Benim gibi gün boyu spor ayakkabılarla gezen biri için yarım metrelik topuklular üvey evlat gibiydi.
“Bana laf yetiştireceğine eve götür bizi bi an önce uyumak istiyorum” dedikten sonra aklıma gelen gerçekle dehşete kapılmıştım. Biz evliydik ve teorik olarak aynı evde yaşayacaktık…
Hayır aynı odada yaşayacağız, Tanrım hayır! AYNI YATAKTA YATACAĞIZ !!!
Aklıma her saniye farklı bir boyutuyla yerleşen evlilik düşüncesi şimdi en korkunç yüzünü gösteriyordu. Ben Emir’le aynı yatakta uyuyamazdım olmamalıydı bu. Kafamdaki tilkilerle az sonra kanlı bıçaklı savaşa girecekken Emir’in sesiyle tilkileri ötede oynayın diyerek uzaklaştırıp dikkatimi ona yöneltmiştim.
Telefonla konuşuyordu. Yaklaşık beş dakika sonra telefonu kapattığında yüzündeki geniş gülümseme ile “Bir saat sonra uçağımız kalkıyor karıcığım hazır ol balayına” dediğinde tilkilerim fiber internet reklamlarındaki ışığın hızı ile aklıma üşüşmüş ve olur olmaz düşüncelerle savaşmaya devam ediyorlardı. “Na-nasıl balayı… Sen ben yani ikimiz gerçekten karı koca değiliz unuttun mu?” diye sordum geveleyerek. Asıl sormak istediğim şeyi dile getiremiyordum ki…
“Az önce imza attığını unuttun sanırım” deyince bu kez gerçekten başımdan aşağıya termal tesisin kaynak borusu tutulmuş gibi sarsılmıştım. “Ama anlaşma…” diyecekken anlaşma şartlarının ne olduğunu bile bilmediğimi hatırlayıp derince yutkunmuştum.
“Abi biz çıkıyoruz” diyerek şarjı bitmiş telefon gibi gözüken Dilara odanın açık kapısından girmişti. Emir “Babamlara haber ver biz bir hafta yokuz planlarını iptal etsinler” demişti. Dilara bu sözle şarja takılmış gibi bir anda ekran niyetine kullandığı gözlerini parlatarak “Balayına çıkmayı kabul ettin demek” diye şakımıştı. Emir umursamaz bir ifade takınarak “Çok yordu beni bu iş biraz dinlenmeliyim” diyerek kravatını gevşetmiş bu hareketi ile Dilara bana dönüp “İyi eğlenceler Nehir geldiğinizde görüşürüz bol fotoğraf isterim” diyerek uzaktan öpücük gönderip çıkmıştı odadan.
Bense oturduğum koltukta üç boyutlu film izler gibi bakıyordum onlara. Sanki olayla hiçbir ilgim yokmuş gibiydi ama bir saat sonra balayına gidecektim. Olanlara hala inanamıyordum. Benim burada olmamam gerekti.
Nehir’i tanıdığım o güne lanetler okusam da faydası yoktu. Gerçekten de işin içinden çıkamıyordum artık. Her şeyi kurulmuş bebek gibi başkasının yönlendirmelerine göre yapıyordum. Hayatımın bir hafta içinde değişmesine sebep olan çarpışmaya big-bang adını verdim…
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ACEMİ PRENSES
RomanceHayata bembeyaz bir sayfa açmak ister çoğu zaman insan... Ama bir gün açtığınız bir sayfayı önceden bir başkasının kullandığını görseniz ne hissederdiniz? Sayfayı atlayıp hayatınıza devam mı edersiniz, yoksa sayfadakileri okumayı mı denersiniz??? 'A...