''Yemek yiyecektik'' dememle eş zamanlı olarak gözlerini motorundan ayırdı Ho Seok.
Birkaç dakikadır motorunun herhangi bir yerinde sorun teşkil edecek durum var mı diye her karışını inceliyordu. Motoru neredeyse çalınacağı için telaşlıydı kontrol ederken, en ufak çizik bile görse ortalığı birbirine katacak gibiydi. Böyle davranacağını az çok tahmin etmiştim. Motoruna isim veren biri başka ne yapardı ki zaten.
Kol saatine bakarken ''Bu saatte açık yer bulamayız ki'' dedi.
''Ama toplantıdan sonra yemek yeriz demiştin''
''Sen de beni kapıda bekleyeceğini söylemiştin'' deyip motorundan ayrıldı ve tam önümde durdu ''Ama bekleme salonuna gitmişsin''
''Orada beklememe izin vermediler ki. Mecburen gittim. Sözünü tutamayan biri olduğumu mu düşünüyorsun?''
Sorumu yanıtlamayıp ''Neler yaptın bekleme salonunda?'' diye soruverdi.
Düşünmeden ''Hiç'' dedim ''Kayda değer şeyler yapmadım. Seni beklerken telefonundan motorunun alarmı çaldı ve bahçeye indim sonra sen geldin işte''
Birden bire gülümseyip elini saçlarıma götürdü. Bunun gibi ani ruh değişikliklerini sürekli yaşıyordu ''Gerçekten aç mısın?'' diye sorarken saçlarımı okşuyordu ''Yoksa sadece söz verdiğim için mi, Park Ji Min?''
Sahibinden mama istemeye çalışan evcil hayvanlar gibi bir havaya bürünmeye çalışıp başımı sağa yatırdım ve ''Gerçekten çok açım'' derken karnımı sıvazladım ''Seni bile yiyebilirim''
Saçlarımı okşamaya devam etmesine rağmen gözlerime odaklıydı gözleri ''Eve gitsek yemek yapan kişi sen olacaksın o yüzden bu saatte açık olan bir yer bulmaya çalışacağım''
Az önce içinde bulunduğum süt dökmüş kedi havamdan uzaklaşıp ''Teşekkür ederim!'' diyerek bağırmaya yakın tonda konuşurken öne atılıp kollarımı ona sardım. Başımı göğsüne koymadan önce yana çevirdim ve yüzümün sol tarafının ona yapışmasını sağladım. Kollarım belinin etrafını sarıp arkasında birleşti ve ''Ne yiyeceğiz?'' diye sorarken onun da bana sarılmasını bekledim.
Beni fazla bekletmeyerek kollarını sıkıca sarmadan önce ''Bu saatte yalnızca çorbacılar ve küçük yerler açık olur'' dedi. Omuzlarımın yan kısımlarından gelen kolları sırtıma değiyor, elleri ise aşağı yukarı kayıp hoş bir hava katıyordu sarılma seansımıza.
''En yakın olanına gidelim o zaman''
Güldü ''Tamam''
Yalnızca başımı ondan ayırdım, vücutlarımızın bir bütün halde kalmasına izin verdim ''Niye gülüyorsun?'' diye sorarken ise çenemi kaldırıp yüzüne baktım.
''Dileğimi yerine getirdiğin için şaşkınım'' dedi ''Unutma olayını bu kadar çabuk gerçekleştireceğini tahmin etmemiştim''
''Öyle mi?'' derken öpüştüğümüz aklıma geldiğinden dolayı gerildim ''Neyi unuttum ki ben?'' diye sorarken ise olay hiç yaşanmamış havası katmaya çalıştım.
Ellerinden birini yukarı çıkarıp kısa süredir dokunmadığı saçlarıma yöneldi ve ''Doğru, neyi unutmuştuk?'' demeden önce okşamaya başladı ense kısmımda olanları.
Daha ne kadar birbirimize soru yönelteceğimizi bilmediğimden dolayı oflayıp ondan ayrıldım. Bunu yaparken hiç zorlanmamış, yalnızca bir adım geriye gitmiştim. O ise halen gülümsüyordu. Bir kere gülümsemeye başlayınca uzun süre gülümsüyordu çünkü. Zaten güler yüzlü biriydi, onu asık suratlı gördüğüm söylenemezdi. Üstüne bir de böyle gülümsediğinde gözlerinden ışıklar saçıyordu resmen. Ona bakan biri tüm yorgunluğunu, derdini, tasasını unutup gülümsemeye başlardı şüphesiz. Ho Seok'u Ho Seok yapan en büyük etken buydu zaten: İç ısıtan gülümsemesi.