Ho Seok'un yatak odasında, benim isteğim üzerine simsiyah olan haline biraz renk katması için aldığımız kırmızı renkli nevresimin üzerinde, gri ve siyah tonlarla kaplı yorganın içinde ve sevgilimin kolları arasında yatarken resmen sevgili olduktan sonra beraber geçirdiğimiz iki ayı düşündüm. Her anı eksiksiz bir şekilde aklımda olduğundan dolayı düşünürken hiç zorlanmadım elbette. İçinde Ho Seok olan her anı, uzun süreli belleğimde yer alıyordu ve hiçbirini unutmaya niyetim yoktu.
Uyanık olmama rağmen gözlerim halen kapalıydı fakat uzanıp el yordamıyla Ho Seok'un elini bulmam hiç zor olmadı. El ele tutuştuğumuz ilk andan beri benimkinden yaklaşık bir kat büyük olan elleri arasında kaybolmayı seviyordum. Elleri sıcak, yumuşak ve bir o kadar güzeldi çünkü. Beni değerli ve sevilmeyi hak eden biri gibi hissettiriyordu.
Bir yandan Ho Seok'a iyice sokulup bir yandan parmaklarımızı kenetlerken düşlemeye devam ettim. İntihar etmek amacıyla geldiğim Kore topraklarında karşılaşmamızdan tut beni kurtarmasına, evine davet etmesinden tut yatağını paylaşmasına, evinde istediğim kadar misafir olabileceğimi söylemesinden tut güzel olduğumu ima etmesine, birlikte uyuduğumuz ilk andan tut gece beni öptüğünü söylemesine kadar her şeyi düşledim. Üç günlük misafirlik süremi uzatmamızı, kediye benzediğimi söylemesini, beni Wendy'den kıskanmasını, Sünger Bob'lu iç çamaşırı almasını, ikinci kez gaspçıların elinden kurtarmasını, beni sevdiğini ima edişini ve sayısız kere öpüşmemizi de düşlemeyi unutmadım tabii.
Hiçbirini unutmak istemediğim için sınava çalışırken eski konuları tekrar eden öğrenciler gibi boş kaldıkça düşlüyordum anılarımızı. Zaten yapacak bir işim olmadığından dolayı genelde boştum. Ho Seok'un artık bir hizmetçisi olmadığı için -daha doğrusu buna gerek yoktu- ev işleriyle ilgileniyordum. Yemek yapmak normalde de en sevdiğim şeydi zaten. Üstüne üstlük bir de bütün gün hastanede çalıştıktan sonra eve gelecek sevgilim için yemek hazırlamak dünyadaki en sevdiğim şey falan olabilirdi. Onu yemek yerken görmek, yemeğin tadını beğenmesi hemen ardından teşekkür edip gülümsemesi paha biçilemezdi çünkü.
Herhangi bir nedenden dolayı o an mutsuz olan birini bile neşeyle doldurabilecek gülümsemesi aklıma geldiğinde kıkırdama isteğime engel olamadım. Onu uyandırabileceğim aklıma geldiğinde ise elimle ağzımı kapatmayı düşündüm fakat bunu uygulamaya geçiremedim. Nedeni ise basitti. Çekmeye çalıştığım elim, Ho Seok'unki tarafından sıkılarak durdurulmuştu.
Parmaklarımı sıkması ve ellerimizi bitişik tutmaya çalışması uyanık olduğunun göstergesi olduğu için başımı kaldırıp yüzüne baktığımda onun çoktan beni izliyor olduğunu gördüm. İzlemekle kalmıyor, gülümsüyordu da.
''Komik mi?'' diye sorarken sesim yumuşaktı.
''Hayır''
Yeni sorumu sormadan önce bacaklarımı az da olsa kendime doğru çekip daha rahat bir pozisyonda yatmaya çalıştım ''Neden gülüyorsun o zaman?''
''Çünkü'' deyip hemen ardından kenetlenmiş durumda olmayan elini saçlarımda gezdirmeye başladı ''Her sabah uyandığımda yanımda olduğunu görmek mutlu olup gülümsemem için yeterli bir sebep''
Saçlarımda hissettiğim sıcaklıkla gözlerimi kapattım ''Söyleme şöyle şeyler'' kelimelerim arasına istemsiz çıkan gülüşlerim doluyordu ''Sana daha kaç kere düşebilirim bilmiyorum çünkü''
Saçlarım üzerinde aldığı yolculuğu kesip sordu ''Sen neye gülüyordun bakalım?'' ben ise düşünmeden cevap verdim ''Aklıma sen geldiğin için''
Ho Seok'a halen uyuşukluk hakim olduğundan dolayı titrek sesiyle ''Gülünecek neyim var?'' diye sorduğunda soruyla karşılık verdim ''Salak mısın?'' fakat cevap vermesini beklemeden devam ettim ''Bir şeye gülmek için sebep mi gerekiyor? Gülmek istedim, güldüm'' hemen ardından yattığım yerden doğrulup yüzüne baktım ''Yüzün aklıma her geldiğinde gülümsüyorum çünkü neden olmasın''