Birkaç gün geçtikten sonra el ve ayak bileklerimdeki ipler çıkmıştı. Özgürlüğüm evin içinde olacak şekilde bana verilmişti. Artık istediğim şeylere dokunabiliyor ihtiyacım olduğunda o olmadan tuvalete gidebiliyordum.
Kaçmamam için pencerelere demir taktırmıştı. Yetmemiş hepsine kilit vurdurmuştu. Ev telefonunun kablosunu koparmıştı. Benim kaçmamam için girdiği tüm bu şeyleri ibretle izlemiştim. O gerçekten bir psikopattı. Kafayı bana takmıştı. Ne olursa olsun beni bırakmayacaktı.
Belki de onu öldürmek yerine kendimi öldürmeliydim. Hapsolduğum bu hayattan kurtulmuş olurdum.
"Ne düşünüyorsun öyle?"
Yanıma kadar gelip oturduğunu bile anlamamıştım. Ne gözlerimi yordum onun için ne de ağzımı açtım. Yine görmedim onu, duymadım. Böyle anlarda bana öfkelendiğini biliyordum. Ama iyi bildiğim bir şey daha vardı ki bu da benim ondan her an nefret ettiğim. Öyle ki onu öldürmeye çalışacak kadar gözümü karartmıştım.
"Biliyor musun? Bu görmezden gelişlerin beni deliyor. Ama bir o kadar da sana çekiliyorum. Bu gizemin, kendini saklayaşın... Hoşuma gidiyor." Cevap vermediğim birkaç saniyeden sonra devam etti. "Hoşuma gidiyorsun."
Onun hoşuna gitmek mi? Midemde yine bir bulantı hissettim. Elim ağzıma kapandı. Ama geçmiyordu. Onunla göz teması kurmadan banyoya koştum. Klozete kahvaltıda zorla yediğim ne varsa boşalttım.
Rahatlamak adına elimi yüzümü yıkacaktım ki gözlerim aynadan görünen küvete takıldı. Kaldığım odaya gittim. Onun bile olsa üzerime fazla kıyafet giyecektim. Dolabın kapısını açtığımda kadın giysileri karşıladı beni. Bu evde sadece onun yaşadığını sanmıştım. Kıyafetlere bakarak onun evli olduğunu anladım. Çok fazla eşya vardı. Peki kocası eve gelmişken o neredeydi? Hangi adam karısıyla yaşadığı eve tecavüz ettiği kadını getirirdi? Bu iş her dakika daha çok midemi bulandırıyordu.
Yine de sevindim o adamın giysilerine dokunmayacağım için. Karısına acıyordum. O gerçekten berbat adamla evliydi. Elbiselerini giydiğim için umarım bana kızmazdı.
İç çamaşırları, bol bir pantolon ve yeşil bir kazak aldım, bir çift de çorap.
Banyoya tekrar döndüğümde kapıyı örttüm. Neyseki burada kilit sağlamdı. Rahat rahat yıkandım. Bir kez daha izlerini üzerimden çitiledim.
Nihayet rahatlayan bedenimle duştan çıktım. Üşüdüğüm için hemen üzerimi giyindim.
Salona gittiğimde kapıdan gazete okuduğunu gördüm. Tekrar odaya çıkacakken geldiğimi fark etti ve gözleri hemen beni buldu. Baştan aşağı beni süzerken iki eliyle kavradığı gazete sayfalarını parmaklarının arasında sıkıştırıp buruşmasına neden oldu. Yüzünün girdiği halden korktum. Geri geri adımladım. Ardından ona arkamı dönüp koştum kaldığım odaya. Kapıyı kapatacakken eliyle beni engelledi. Tek bir hamleyle içeri girip beni kapıya sıkıştırdı.
"Rahat bırak."
Elini kaldırıp elmacık kemiğime dokundu. "Yanılmamışım..." diye fısıldadı. "Sen Bisera'sın."
Bir yandan korkarken diğer yandan başımı iki yana sallıyordum "Bisera değilim." diye konuşurken.
"Evet Bisera'sın!" dedi ve bir kez daha itiraz edecekken çenemi tuttu. Gözlerimin içine öyle bir baktı ki ben bile Emina olduğumdan şüphe edecektim.
"Şimdi mutfağa gidiyorsun ve bana yemek hazırlıyorsun." diye konuşurken gözlerime değen korkutucu gözlerinin etkisiyle başımı aşağı yukarı sallayıp onu onayladım.
Mutfağa geldiğimde kendime lanetler savurdum. Ondan korkmamam gerekiyordu. Her dediğine itiraz etecek ve söylediklerinin aksini yapacaktım. Neden ondan korkuyordum? Bu kahrolası evde sadece ikimiz vardık ve onun yarası tam olarak iyileşmiş sayılmazdı. Bunu düşünecektim.
Buzdolabındaki malzemelere bakıp olan sebzelerle çorba yapmaya karar verdim. Ben hazırlıkları yaparken o geldi. Keyifli bir ıslık tutturdu. Belki de ona lezzetli bir yemek hazırladığımı düşündüğündendi bu keyif.
Kaseye çorba doldurup salatayı masanın ortasına yerleştirdiğimde aradan bir saat geçmişti. Onun da bu sırada haber izlediğini salondan gelen seslerden anlamıştım.
Salona gidip kapıdan "Yemeğin hazır." diye ona bakmadan konuştum. Televizyonun tuşuna basıp kapattıktan sonra birlikte mutfağa geçtik. Sandalyeye otururken "Kendine neden koymadın?" diye sordu. Cevapsız kalmam üzerine "Yemesen bile karşıma oturacaksın." diye emir buyurdu. Açıkcası yediklerini beğenecek mi diye görmek için ben de sabırsızlanıyordum.
Kaşığı çorbaya daldırdı ve ardından ağzına götürdü. Aldığı bir yudumdan sonra öksürdü. "Fazla tuzlu olmuş." diye yorum yaptı. Ah, kıyamam!
Çorbanın içilmeyecek kadar tuzlu olduğunu biliyordum. O da farkındaydı ki bu sefer salataya uzandı. Sabırla çiğnedi yeşillikleri. Ardından yüzünü ekşitip "Buna da tuz yerine şeker dökmüşsün." dedi. Ah, öyle mi?
Masumca bakıp "Su ister misin?" diye sordum.
"Lütfen."
Önceden hazırladığım kupayı ona uzattım. İçinde su dışında limon suyu vardı. Çok değil, boğazı yakacak kadar. Tepkisini bekledim. Bana bağırmasını öfkelenip her şeyi kırmasını bekledim. Yapmadı. Sadece gülümsedi ve beni orada yalnız bıraktı.
***
Ertesi gün koltukta uyandım. Normalde o, bu saatlerde çoktan uyanmış olup kahvesini yudumlarken gazete haberlerine bakardı. Ama şimdi etraf sessizdi.
İçimdeki ufacık bir umutla ayaklandım. Önce yatak odasına baktım; ardından banyoya; sonra evin her yerine. Yoktu.
Tüm pencereleri kontrol ettim. Hepsi demirliklerle korunuyordu. Pislik adam bana burayı hapishaneye çevirmişti.
Bir anahtar bulmak umuduyla her yeri aramaya karar verdim. İşe yatak odasından başladım. Dolaptaki tüm kıyafetleri tek tek kaldırıp baktım. Komodinlerin çekmecelerini tek tek boşalttım. Karyoladan halının altına kadar her yeri didik didik ettim. En son ahşap büyükçe bir sandığı açtım. Üst üste konulan çarşafların altında küçük bir sandık daha vardı.
O küçük sandığı elime aldım. Bir yığın kağıt vardı içinde. Mektup olduğunu mürekkep izlerinden anladım. Onlar umrumda değildi. Aradığım bir anahtardı ve onları okuyarak vakit kaybedemezdim.
Ancak o sandığın dibince yıllar önce kaybettiğim kolyeyi bulmak beni şaşkına çevirdi. Onun burada, o adamın evinde ne işi vardı?
"Sen ne yapıyorsun?"
Duyduğum sesle kendime geldim. Avucumdaki kolyeyi sıktım. "Bunun sende ne işi var?" diye sordum.
Bana yaklaştı. Elime uzandı ve ne olduğuna baktı. O da şaşırmıştı, belli oluyordu.
"Benim kolyem neden senin evinde?" diye bir kez daha sorunca avucumdaki kolyeyi söküp aldı. "Bir daha sakın eşyalarımı karıştırma." dedi.
Sandığı tekrar yerleştirdikten sonra yanıma gelip gözleriyle tüm odayı taradı. Açık dolap kapılarına ve çekmecelere ardından etrafa saçılmış kıyafetlere baktı. Sakince bana döndü. Elleriyle yüzümü kavradı. "Benden kaçamayacaksın." diye fısıldadı.
Sinirle yüzüne tükürünce gözlerini yumdu. Tekrar açtığında alev alev yanıyordu. Kollarımdan kavrayıp beni hemen arkamızdaki yatağa yatırdı. "Hayır." diye debelenmeme aldırmadan üzerime çullandı. Ben itmeye çalıştıkça sertleşti. Yalvardım, dokunma bana, dedim. Yine dinlemedi. Ne duydu ne de gördü. Bir kadının bedenine ikinci defa zorla sahip oldu. Oysa bu hakkı olmayan bir şeydi.
Öyle acizdi ki, kendisinden tiksinen bir kadını utanmazca öpebiliyordu. Öyle küçüktü ki, kendisini istemeyen bir kadına tecavüz edecek kadar alçak bir adamdı.
Sırf gücü yetiyor ve canı istiyor diye kendisinden fiziksel anlamda aşağıda olan bir kadına zor kullanıyordu. Bu dünyada adalet sağlanmayacaktı belki ama öteki tarafta cayır cayır yanacağını bilmek biraz olsun içimi rahatlatıyordu. Burada onu koruyan yasalar olacaktı ama Allah'ın yasaları onu cehennemin dibine gönderecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALBİN ESİRİ(Tamamlandı)
Short StoryYıl 1992 Aylardan Mart ... Yer Bosna Hersek ... 1995 Aralık ayına kadar sürecek bir savaş ... Bosna Savaşı ... Katledilen yüz binlerce masum insan ... Ülkesini terketmek zorunda kalan milyonlarca masum insan ... Tecavüze uğrayan binlerce Boşnak kadı...