Hapsolduğum odanın bir köşesine sığınmış oturuyordum. Sırtımı verdiğim duvarın soğuk yüzeyi bir süre sonra ısınmıştı. Arada bir sağ elimin yüzük parmağını ihtiyaçla yokluyordum ama boştu. Bana Emir'in varlığını hatırlatan o yüzük bu odanın kuytu bir yerinde toz tutuyordu.
Aldığı ilaçların etkisiyle akşamdan beri uyuyordu o. Matija da onun azarından sonra kapıyı ardımızdan kilitleyip gitmişti. Neyseki uyuyup kalmıştı. Nefes sesine bile tahammül edemiyordum, bir de benimle konuşup durmasını istemiyordum.
Bir an sonra oturduğum yerden dizlerim üzerinde doğruldum. Bir bebek gibi emekleyen pozisyon elip gözlerim ve evlerimle yüzüğümü bulmak için aramaya yaptım. Ancak bulamadım ve oflayarak ayağa kalktım.
Esir hayatı yaşadığım bu dört duvar arasında sıkılmaya hakkım var mıydı, bilmiyorum. Babamı kaybetmiştim, nişanlımı kaybetmiştim, eşime sakladığım kendimi kaybetmiştim en önemlisi de...
Özgürlüğüm... Onu da kaybetmiştim.
Dışarıda neler oluyordu acaba? Yine toplu kıyımlar oluyor muydu? Hangi kadınlar toplanıp Çetnik askerlerine sunuluyordu? Onlardan biri de olabilirdim. Her gece başka birinin üstünden geçtiği o lanet olası muameleyi yaşayabilirdim. Belki de yaşardım, kim bilir?
Bunları düşünürken odanın içinde volta atıyordum. Bu sırada onun sesini duydum. "Bisera." diye seslendi bana. Her seferinde bu adı söylemesi sinirlerimi bozuyordu. Onu duymadım ve pencereden dışarı baktım.
"Çekil oradan. Birisi görmesin seni."
Söylediğine inat biraz daha pencereye yanaştım. Bir kez daha benim olmayan adımla seslendi "Bisera..." diye. "Fazla oluyorsun. Hemen buraya gel!"
"Bisera değil benim adım!" dedim dişlerim arasından tıslayarak. Birkaç saniye sonra önce acıyla inlemesi duyuldu ardından yatağın gıcırdayan raylarının sesleri. Gecenin zifiri karanlığında bir ayna görevi gören cama yansıyan cüssesiyle bana doğru geldiğini gördüm. Bir eli korumak ister gibi yarasının üzerindeydi.
Arkama geçip o da cama doğru bakınca orada gözlerimiz kesişti. Ona bakınca istemsizce içime bir huzursuzluk çöküyordu ve ben geriliyordum. Korkuyordum ondan ama bir yandan da canını yakmak istiyordum cesurca. Ona karşı zayıf durmamaya çalışıyordum.
Gözlerimi onun odağından çıkarıp karanlıkta tek tük görünen ağaçlara çevirdim. Varlığından rahatsız olup biraz daha ileri gittim ve elimi kaldırıp pencerenin mandalına uzandım. Tam açacakken onun o ucube dudaklarını boğazıma değdirdiğini hissedince aniden geri çekilip odanın içine doğru adımladım.
"Bu sefer öldürürüm seni. O kadar kolay kurtulamazsın."
Güldü. Gerçekten güldü. Hem de kahkaha atarak. Yaşattıkları, yaşadıkları ona ya komik geliyordu ya da psikolojik bir takım problemleri vardı.
O kahkaha atmaya devam ederken "Hastasın sen..." dedim ciddiyetle. Çünkü ciddiydim. Hiç normal davranmıyordu. Bana doğru bir adım atınca suratı acıyla buruştu. Yarası onu zorladığı için ben çok mutluydum. Bu sefer de kıkırdayarak ben güldüm.
Keskin bakışları bana aniden dönerken ben gülmeye devam ettim. Beni de hasta etmişti kendisi gibi.
"Eğer o uçkuruna sahip çıksaydın şu an bu halde olmazdın."
Az önce kahkahalarla gülen o adamdan tek bir iz bile kalmadı.
"Eğer o güzel ağzını kapalı tutmazsan dudağının diğer tarafını da ben patlatacağım ama elimle değil..."
Söylediklerine karşı tiksinerek ona baktım ancak sessiz kalmayı tercih ettim. Bunun üzerine o da sessiz kalmayı tercih edip ağır adımlarla yatağına yürüdü. Yattıktan sonra "Lambayı kapat ve yat. Uykum geldi." dedi bana. Hareket etmeyince "Bekleyemem seni. Lambayı kapat ve buraya gel. Neden sana bir şeyi söylediğimde hemen yapmıyorsun?" diyerek payladı.
"Ben orada yatmam." dedim aniden. Orada, başıma gelenlerden sonra uyuyamazdım. Kör bir kuyuya girerdim ama o yatağa asla girmezdim.
Dudaklarını iki yana doğru kıvırıp mahçup bir tavır takındı. Sanki yaptığından utanıyormuş gibi başını eğdi. "Gururlu kadınım benim." diyince onun bu halinin yanıltıcı olduğuna karar verdim. Utanmak mı? Bir de pişkin pişkin kadınım, diyordu.
"Ben senin kadının değilim." dedim her kelimenin üstüne basa basa.
"Sen benim kadınım oldun. Yatmak istemediğin bu yatakta Bisera."
***
"Emina... Emina uyan... Tanrım! Uyansana artık."
Kulağımın dibinde çınlayıp duran sesle gözlerimi açmaya çabaladım. Gördüğüm Matija'ydı. Ben onu görmek istemiyordum ki! Onun yüzünden yaşadıklarım yetmiyormuş gibi bir de bana vurmuştu.
"Kalk oradan hadi. Her yerin tutulmuştur."
Gece inatla yatağa gitmemiş o uyuduktan sonra da ışığı kapatıp sobanın yanında kendime yer yapmıştım. Dolabın üzerinde bulduğum ince battaniyeyi altıma sermiştim ancak bunun bana ne kadar rahatlık sağladığı tartışılırdı. Buna rağmen o yatakta yatmadığım için mutluydum.
Gerinip kalktığımda gerçekten her yerim tutulmuştu. Belim ve sırtım boylu boyunca ağrıyordu.
Birden elini kaldırıp baş parmağıyla kabuk tutan dudağıma dokundu. "Özür dilerim." dedi. "Benim ona sadakat yeminim var. Sen öyle konuşunca kendimi tutamadım."
Yüzümü çevirince eli havada asılı kaldı. Ancak elini geri çekmedi ve saçlarıma uzandı. "Sana kıyamayacagımı biliyorsun. Söylemiştim..."
Banyonun kapısı açılınca aceleyle elini geri çekti. Gözlerini benden kaçırıp çömeldiği yanımdan kalktı. Allah'ım ikisinden de nefret ediyordum ve ikisi de sürekli etrafımdaydı.
"Sen kalk oradan Matija sobayı yaksın."
Neden sürekli bana yapmam gerekenleri söylüyorlardı?
İnat edecek bir anımda değildim. Ben de her ikisini görmek istemiyordum. İtiraz etmeden ayaklandım ve banyoya girdim. Sanırım esir olduğum bu cehennemde özgür olduğum tek yer üzerine oturduğum klozetti.
Bir süre sonra kapı çaldı ve Matija başını içeri doğru uzattı. "Sizin için yiyecek bir şeyler getirdim. İtiraz etmeden gel. Açlıktan nefesin kokuyor." dedi. O çıkınca ben de kalktım ve aynanın karşısına geçtim.
Her genç kız gibi ben de temizliğe ve güzelliğe önem verirdim. Okula gittiğim günler saçlarımı özenle fırçalar bazen de hafif makyaj yapardım. Ama ben de şimdi o özeni gösterme hevesi bırakmamışlardı.
Yine de Matija'nın sözleri üzerine plastik bardağın içine konulmuş diş fırçasının yanındaki diş macununu aldım. Ufak bir tutam işaret parmağıma sıktım ve dişlerim üzerinde birkaç tur gezdirdim. Yüz temizliğimi yaptıktan sonra saçlarımı da bileğimdeki tokayı kullanarak ördüm. Günler sonra kendimi kız gibi hissetmiştim. İyi gelmişti sanırım.
Beni sıcacık bir oda karşıladı. Banyonun ve suyun soğukluğundan sonra sıcaklık bedenimde tatlı bir etki yarattı. Tek bir itiraz bile etmeden masanın üzerine bırakılan ekmek arasını yedim ve meyve suyunu içtim.
"İstersen benimkini de alabilirsin."
Arkamdan gelen sese dönmedim. Bu ana kadar konuşmadığı için varlığını yok sayabilmiştim. Ama şimdi sesini işitmek tüylerimin diken diken olmasına sebep oluyordu.
"Bir daha sana bir şey söylediğimde cevap vermezsen dilini koparım."
Bu kez sessiz kalmayıp sandalyede döndüm ona bakmak için. "Bana savurduğun hiçbir tehditi yerine getiremedin. Ne parmağımı kestin ne de.... Ama bak ben seni ne hale getirdim. Yataktan kalkamıyorsun." dedim.
Gülümsedi. "Ben de seni aldım." dedi. "Eğer onun bedeli buysa katlanabilirim."
Manyak pisliğin tekiydi. Onun gibi bir adamdan başka bir cevap beklenemezdi. Gözlerimi öfkeyle kısıp kaşlarımı çattım. "Sen çok... Senden nefret ediyorum!" dedim ve tekrar ona sırtımı döndüm. Ancak o konuşup benim sinirlerimi bozmaya devam etti.
"Bal gözlü Bisera'm, bal gözlü kadınım benim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KALBİN ESİRİ(Tamamlandı)
Historia CortaYıl 1992 Aylardan Mart ... Yer Bosna Hersek ... 1995 Aralık ayına kadar sürecek bir savaş ... Bosna Savaşı ... Katledilen yüz binlerce masum insan ... Ülkesini terketmek zorunda kalan milyonlarca masum insan ... Tecavüze uğrayan binlerce Boşnak kadı...