Yüzünde kocaman bir gülümsemeyle annem bana bakıyordu. Ayakkabılarımı çıkarıp ben de ona şaşırmış bir şekilde gülümsedim. Bu “Neler oluyor?” gülümsemesiydi. Evde bi koşuşturma vardı ve ben kesinlikle neler olduğunu anlayamamıştım.
“Meraba hayatım, hoşgeldiiiiin.” Yanıma gelip beni kendine çekti. Yanaklarımı öptükten sonra küpelerine takılan saçlarımı düzeltti.
“Anne? Neler oluyor?”
“Salona gel. Yemek yerken konuşacağız bunları.”
O sırada babam elinde iki tabakla mutfaktan çıktı. Ve o tabakta gördüğüm şey Mc miydi? Hayır bu normal değildi. Annem keyfi yerinde ve özel bir sebebi olmadıkça bana ve babama asla böyle yağlı fastfoodlar yedirmezdi. Zaten bugüne şöyle bakıldığında da çokta normal şeyler yaşamamıştım.
Ayakkabılarımı ve ceketimi çıkarıp odama çıktım. Annem beni yeme çağırdığındaysa rahat ev kıyafetlerimi üzerime geçirmiş, saçımı da rahat bir topuz yapmıştım. Sakin adımlarla merdivenlerden indim ve gene çok sakin salona gittim. Annem ve babam masa da oturmuş beni bekliyorlardı. Ortada da bir salata vardı. Ne yani, Mc’le birlikte salata mı yiyecektik? Bunu arkadaşlarım görse veya en yakınlarımdan bunu Mert görse kahkaha atar üç gün benimle dalga geçerdi. Ama bu annemdi işte. Bir yerden rahatlatıyorsa, başka bir yerden kısıyordu.
Bende sofraya dahil olunca afiyetle hamburgerlerimize gömüldük. Bitirdiğimizdeyse annem arkasına yaslanıp
“Tanrım.. Tadı bu kadar güzel olmamalı. Resmen uyuşturucu.” Dedi. Ben de başımı sallayarak ona karşılık verdim. Bir süre daha bekledim bana anlatacakları şeyin konuşulmasını ama ne annem ne de babam konuyu açmıştı. Hatta beni dışlamış kendi aralarında sohbet etmeye başlamışlardı. En sonunda dayanamayıp
“Eee? Nedir şu önemli mesele?”
İkisi de bana döndü. Sonra annem mutlulukla söze başladı.
“Anka bebeğim, benim için ne kadar önemli olduğunu biliyorsun değil mi?”
Şaşırmıştım. Annem çok kafa bir insandı, birbirimize bu tarz sevgi sözcükleri çok söylemezdik.
“Evet…”
“O halde bunu sakın unutma.
“Anne. Hamile misin?” Annem hamile miydi?
Heheeyy küçük Anka geliyor. Desene sana eskisi kadar vakit ayıramayacaklar. Muhtemelen Mert’te ilerde seni unutur küçük Anka’yla ilgilenmeye başlar. Eğer annen hamileyse boku yedin olooom. İç sesim sabahtan beri gıkını çıkarmamıştı ve bu söyledikleri suratıma ıslak havluyla vurulmuş gibi hissetmeme sebep oldu. Kıskanç bir insan değildim ama ilginin en çok benim üzerimde olmasını severdim.
O sırada annem böyle bir soru beklemediği için gözlerini açarak bana baktı ve konuşurken gülüyordu.
“Hayır Anka. Değilim. Konu şu ki; ben iş teklifi aldım. Büyük bir şirketten.”
Babam annemin elini tutmuş, devam etmesi için destek veriyordu.
“Ne güzel de ne var bunda? İşine gidip gelicen işte anne?”
“Anka, şirket burada değil. Yani İstanbul’da veya Türkiye’de değil. Londra’da.”
Londra mı. Annem yurtdışından teklif almıştı. İşinde çok başarılıydı zaten almasa tuhaf olurdu ama bu sıradan bir şirket değildi. Londra demek uzak demek. Annemin gitmesi demek. Annemin gitmesi demek, bir arkadaşımın eksilmesi demek.
“Vay be..” gözüm uzaklara dalmış hala düşünüyordum.
Annemin yüzündeki gülümseme biraz kaybolmuştu. Gitmesini istemiyordum ve oda bunu anlamıştı.
“Gitmek zorunda değilim bebeğim.”
Bir anda uyandım. Benim yüzümden gitmemezlik yapamazdı. Bu hayatının dönüm noktasıydı ve bunu engellemeyecektim.
“Ne?! Hayır anne tabi ki gidiyorsun. Bu harika bir haber. Ne zaman gideceksin?” En sevimli ve neşeli suratımı takındım. Bu halime biraz olsun rahatlamış annem de keyfi yerine gelerek cevap verdi.
“Mayısta çağırdılar. Ben de o zaman gideceğim fakat şöyle bir sorun var ki, eğer işi kabul edersem oraya taşınmamız gerekecek Anka. Hem sende İngilizceni geliştirmiş olursun..”
NE?! BUNU YAPAMAZLARDI. TAMAM ANNEM GİTSİN İŞİNİ YAPSIN AMA BENİ BURADAN UZAKLAŞTIRAMAZLARDI. MERT NE OLACAKTI? BEN ONU BIRAKAMAZDIM. Ayrıca İngilizcem gayet iyiydi.
Ani bir tepkiyle karşılık verdim.
“HAYIR. HAYIR. BUNU YAPAMAZSINIZ!” Hem bağırıyor hem de başımı hızlı hızlı sağa sola sallıyordum. Oturduğum yerden kalktım ve salonda yürümeye başladım. Vücudum bir anda adrenalin salgılamıştı şu an deli gibi koşasım gelmişti. Beni götüremezlerdi. Bunu yapamazlardı.
Babam sözü eline aldı.
“Anka, burada bir hayatımız var evet. Ama anneni orada yalnız bırakamayız. Hem ben de oradaki bir ajansla konuştum. Ben de en kısa zamanda işimi orada yöneteceğim.”
“Peki ya ben?! Benim hayatım? Benim okulum, benim arkadaşlıklarım ne olacak?” Gözlerim dolmaya başlamıştı. Arkadaşlarım umurum da değildi. Tek düşündüğüm Mert’ti.
Babam ikna etmeye çalışan bir sesle
“Orada da arkadaşların olacak..” dedi.
“Baba ve anne. Yemek için teşekkür ederim. Ama ben sizinle gelmiyorum.” Diyip konuyu kapatıp hızla yukarı çıktım. Onlarla gitmiyordum. İstanbul’dan hiçbir yere kıpırdamayacaktım.
Sinirle üstümdekileri çıkarıp pijamamı giydim. Saçlarımı açıp banyoya gidip dişlerimi fırçaladım ve odama geri dönüp kendimi yatağıma attım. Ağlıyor muydum? Evet, sinirden ağlıyordum.
Gözlerimi kapadığımda ve yavaş yavaş uykuya dalarken telefonum çantamın içinde titremeye başladı. Birkaç saniye susmadı. Sonraysa birilerinden birkaç tane mesaj geldi. Ama ben o kadar kötüydüm ki, yataktan kalkmayı bırak gözümü bile açmadım ve en sonunda uykunun beni almasına izin verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BENİM ADIM ANKA
Teen FictionBenim adım Anka. Şu bildiğiniz Harry Potter ve Anka Kuşu'ndaki Anka. İsmim o efsanevi kuştan geliyor. Çok yaratıcı annem sağ olsun Türk geleneklerine tüm gücüyle karşı çıkmış ve bana mitolojik bir yaratığın ismini vermiş. Babamsa yurdum insanı bu...