SETEŞH

2.7K 69 0
                                    

Sonraki günler durağan ama verimli geçmişti İsmail için. Ezberlerini kuvvetlendirmiş kasemlerin neredeyse tamamını bitirmişti. Bahar gelmiş Nilda'da gelmişti baharla birlikte. Nilda Celal'in küçük kız kardeşiydi artık. Hocasının aylar önce söylediği gibi Asiye teyzesinin bir kız çocuğu olmuştu. İstanbul'dan haberler bununla sınırlı kalmamıştı elbette. Arnavut amcanın vefatını öğrenmesi üzmüştü İsmail'i. Mahallenin çocuklarına hikâye anlatacak kimse yoktu artık. Dudu kadın evini terk etmişti. Söylentiye göre köyüne dönmüş diyorlardı. Celal bir keresinde de Sedat ve ablasıyla karşılaşmıştı. Yanlarında anneleri olduğu için konuşamamış ama çocuğun durumunu gayet iyi görmüştü. İsmail'in evi terk eden en büyük ablası, yanında nişanlısıyla birlikte annesinin evine uğramış ve davetiyelerini bırakmıştı. İsmail yüzünden de annesiyle tartışmışlardı ayaküstü. İsmail'in evden gitmesinin yegâne sorumlusu olarak annesini suçlamıştı normal olarak. Ayların haber özeti kısaca bu şekildeydi. Baharın gelişiyle birlikte tıpkı filizlenen dallar gibi İsmail'in de ruhunda bir şeyler filizlenmişti. O kendinde ki bu değişimin Berhetiyye eğitimiyle alakalı olduğunun farkındaydı. Duru görüşü gelişmiş ve eskiye nazaran karakteri olgunlaşmıştı. Zaten oldum olası da olgun bir çocuk olduğu söylenirdi ama burada, hocasının yanında kaldığı süre içerisinde adeta kabuk değiştirmişti. Kendine ait bir terkib defteri de olmuştu bu arada. Hocası özel defterinde ki terkiblerin çoğunu ona aldığı yeni bir deftere yazdırtıyordu. İsmail'in Arapça hâkimiyeti olmadığı için terkibleri Türkçe olarak işlese de defterine, okunuşlarından hiçbir şey kaçırmıyordu çocuk. Zaten hepsi ezberindeydi ama kayıt altına alması ilerisi için şarttı. Birçok kereler hocasının övgülerine de mazhar olmuştu ne var ki içlerinden birini duymak hiç hoşuna gitmiyordu. "Çok çabuk öğrendin yavrum, bu gidişle erken ayrılacağız gibi" deyişi ruhunu acıtmıştı çocuğun. Yaşlı kadından ayrılmak düşüncesi yitip gitmek gibi geliyordu ona. Kimi zaman sırf bu yüzden rol yapıp öğrenmeyi yavaşlatmayı bile düşünmüş ama hocasına bunu yutturamayacağını bildiğinden bu düşüncesinden de vazgeçmek zorunda kalmıştı. Şu hayattan istediği sadece iki şey vardı İsmail'in... Hep hocasının yanında kalmak ve yine hocasıyla birlikte bakıma gitmek... İlkinin tadını çıkarıyordu lâkin ikincisini henüz yaşayamamıştı. Civar köylerden zaman zaman çağırılan Ebe Hoca hiçbir bakıma giderken İsmail'i de yanında götürmemiş oysa çocuk gelmeyi çok kez istemişti. Hocasının kararı ise kesin ve netti; "Hazır değilsin." Sonunda bir gün bu kesinliği yine yaşlı kadının kendisi bozmuştu. O gün beraberce yedikleri akşam yemeğinden sonra hocası ona hazırlanmasını söylemişti. İsmail başta ne olduğunu kavrayamamış ama kadının kısa açıklamasıyla yüreği kanatlanır gibi olmuştu.

<<Bakıma gideceğiz yavrum...>>

Hocasını kızdırmak ve kararını etkilemekten korktuğu için pek bir şey soramamıştı çocuk. Zaten sormasına da gerek kalmadan evin önünde bir cip belirivermişti akşamın karanlığında. İsmail hayatında ilk kez askeri bir cip görüyor değildi ama ilk kez askeri bir cipe binmek üzereydi. Cipten inen şişmanca bir asker yaşlı hocasına doğru hürmetle yaklaşmıştı. Rütbesini anlayamıyordu İsmail ama bir er olmadığının da farkındaydı. Arabayı kullanan şoför askerin, şişman olana karşı saygılı tavırlarından gelenin komutan rütbesinde olduğunu anlamıştı. Hocasıyla kısa bir selamlaşmadan sonra gayet kibar bir ses tonuyla onları cipe doğru buyur etmişti komutan. Yaşlı kadın İsmail'in başını hafifçe okşayarak bu davete icabet etmişti. İsmail ve hocası arabanın arkasına oturduklarında, cip harekete geçmiş ve bir buçuk saatlik yolculuk başlamıştı.

Yolculuk boyunca önde oturan komutanın anlattıklarından civarda ki bir jandarma karakoluna gittiklerini öğrenmişti İsmail. Cinnet getiren bir askeri görmeye gidiyorlardı. Birkaç gün önce sebepsiz yere karakolda ki arkadaşlarına bıçakla saldırmış sonra kendini doğramaya başlamış bir askerdi bu. Komutan, askeri güçlükle durdurduklarını ve sonunda bir hücreye kilitlediklerini açıklamıştı. Bölge komutanlığından gelen doktorun tedavi çabalarına da cevap vermemiş ve ancak iğnelerle sakinleştirilebilmişti. Şişman subay, karakol komutanını ikna ederek sonunda hocasından yardım istemeyi son çare olarak görmüştü. Yine anlattığı kadarıyla karakol komutanı ikna olsa da bu işin o yokken yapılmasını şart koşmuştu. İşte şimdi o askeri görmeye gidiyorlardı. Yol boyunca anlatılanları kafasında enine boyuna düşünen İsmail, tehlikeli gördüğü bu bakıma hocasının onu nasıl olup da götürdüğüne hayret etmekteydi. Elbette bir fırsatını bulduğunda bunu yaşlı kadına sormayı ve cevap almayı da umut ediyordu. Yolculuğun sonunda kendilerini ilçe jandarma karakolunda bulmuşlardı. İki nöbetçi asker onları karşılamış ve aldıkları disiplin gereği muntazam hareketlerle ziyaretçilere eşlik etmişlerdi. İki asker yaşlı kadını ve İsmail'i misafir odası olarak adlandırdıkları bir odaya götürmüşler ve komutanlarını beklemelerini rica etmişlerdi. Bu arada yol boyunca onlara refakat eden şişman subay kısa bir telefon görüşmesi yapıp sonra döneceğini söyleyip ayrılmıştı yanlarından. Nöbetçi askerler misafir odasında bekleyen yaşlı hocaya ve talebesine çay ve bisküvi ikramında bulunmuşlardı. İsmail iştahla baktığı bisküvilere saldırmadan önce hocasıyla göz göze gelmiş ve ancak onun tebessümüyle izin aldığına kanaat getirerek ikramlara yumulmuştu. Yaşlı kadın ise ne bir şey içmiş ne de yemişti. Şişman subay kapıda göründüğünde hazır olduklarını ve hastanın hücresinde uyanık bir şekilde beklediğini söylemişti. Yaşlı kadın ve İsmail şişman subayın peşine takılarak bir takım koridorları geçtikten sonra hücre denilen kilitli bölümün kapısına vardıklarında kapıda onları bekleyen bir er daha gördüler. Komutanının "aç kapıyı" emriyle seri bir şekilde hücrenin kilidini açtı genç asker. Yaşlı kadın içeri ilk giren olmuştu. Hemen arkasından komutan ve İsmail onu takip etmişlerdi. Oldukça küçük ve bakımsız bir odaydı hücre denilen kısım. Yer yer sıvaları dökülmüş duvarlarda, kurumuş kan lekeleri göze çarpmaktaydı. Adının Yaşar olduğunu öğrendikleri asker, ranzasının hemen kenarında yerde oturmaktaydı. Başını dizlerinin arasına almış olan askerin açıkta kalan kollarında ki yara izleri İsmail'in ilk dikkatini çeken ayrıntılardı. Elleri bilekten bir kelepçe ve kelepçeye geçirilmiş uzunca bir zincirle ranzasına bağlıydı. İçeri girenleri fark etmemişçesine oturduğu yerden hiç kımıldamamıştı. Odada ki gerilim komutanın babacan konuşmasıyla dahi dağılmamıştı.

MÜHRÜVEKİL ( TAMAMLANDI )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin