Sorgulamalar

10.3K 890 416
                                    

Son baktığımda saat akşam sekize geliyordu. Atlas en son beni almaya geleceğini söylediğinden beri saatler geçmişti, ne aramış ne de mesaj atmıştı. Bir şeylerin yolunda gitmediğinden endişelensem de çok heveslisiymiş gibi görünmek istemediğimden bir türlü arayamıyordum.

Kendime oyalanacak bir iş aradım ama gözüm dakika başı telefona kayıyordu sonunda dayanamayıp, "Herşey yolunda mı?" diye mesaj attım. Ardından pişman olarak telefonu odada bıraktım ve makineye attığım çamaşırlarımı almak üzere çamaşırhaneye indim. Yıkananları kurutucuda kurutup odaya döndüğümde saat dokuz olmuştu.

Telefonumda beş tane cevapsız arama vardı. Beşi de Atlas'tandı. Henüz elime yeni almışken altıncı kez aradı. Umrumda değilmişçesine rahat bir tavırla,

"Selam. Naber?" diye yanıtladım. Atlas'ın sesi soğuktu.

"Neredesin? Arıyorum, açmıyorsun."

"İşim vardı. Asıl sen neredesin saatlerdir?"

"Benim nerede olduğumu biliyorsun. Ne demek işim vardı?" Sesi çok ters geliyordu, tırmandırmak istemedim.

"Çamaşırhaneye inmiştim."

"Bir daha telefonunu da yanına alırsan sevinirim. Ciddi anlamda meşgul olduğun bir sebebin yoksa telefonlarımı duy İpek. Kafam zaten çok yoğun. Bir de bunu düşünmek istemiyorum."

Ben tırmandırmamak için uğraşırken onun benimle bu şekilde konuşması yüzünden kan beynime sıçradı.

"En fazla bir saat olmuştur arayıp da ulaşamayalı. Ben saatlerdir senden haber bekliyorum. Bu kadar terslenmedim." diye çıkıştım. Fakat asla geri adım atmadı.

"Sen saatlerdir benim kimle ve nerede olduğumu biliyorsun." dedi kora kor giderek. "Ben sana sorunca işim vardı diyebiliyorsun. Kendini haklı çıkarmaya çalışma."

"Bu hükümdar tavrından hoşlanmıyorum."

"Hükümdar davranmadım. Şu an gayet kibarım hatta."

"Sana öyle geliyor olabilir. Ya bak açtığımdan beri beni tetikliyorsun. Annenle ne konuştunuz onu bile soramadım."

"Sen tetiklenmeye meyillisin."

"Atlas."

"Neyse, söylenecek bir şey yok. Gerçekten merak etsen telefonunu yanına alırdın."

"Cidden gereksiz uzatıyorsun."

"Uzatan benim tamam. İyi geceler." dedi. Ayak tırnaklarımdan saç diplerime kadar vuran, içimden dışıma taşan bir öfke ve küçük düşmüşlük hissi içinde kıvrandım.

"İyi geceler mi? Sana iyi geceler! Hıncın kimeyse çıkarıp rahatlamışsındır umarım. Kapatıyorum."

"Kapat."

Sanırım aynı anda kapatmıştık. Hayatımda ilk kez insanların neden telefonlarını duvarlara fırlattığını, öfkeden hat parçaladıklarını anlayabiliyordum. Sedef saatler önce sınıf arkadaşlarıyla buluşmak üzere gittiğinden beri dönmemişti. Onunla da dertleşemeyince hırsımı atamadım. Yirmi metrekarelik odada bir aşağı bir yukarı yürüyüp yine de baş edemeyince ayağıma spor ayakkabılarımı, üstüme de montumu geçirip yurttan fırladım. Sahile doğru ipini koparmış gibi koşmaya başladım. Yarım saat geçmedi telefonum yana yakıla çalmaya başladı. Biliyordum ki arayacağını. Ekrandaki ismini görünce iyice sinir bastı.

"Ne var?" diye açtım.

"Neredesin yine? Beş dakika yerinde durmuyorsun."

Aslında o an anlamam gerekirdi ama beyin ağız koordinasyonumu biraz yitirmiştim sanırım. Durup düşünmek yerine ağzıma geleni saymaya başladım.

POBEDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin