Yuvarlak masanın yörünge alanına aldığı herşeyi içine çeken bir girdap gibi bizi de içine çektiği anı tamamlayan son cümlem Atlas'la ilişkimizin tabutuna çakılmış son bir çivi gibiydi.
"Atlas gerçeğin ne olduğunu biliyor. Yine de sustu. Bunca sene, bildiği halde sustu. Bu onu masum mu yapar?"
Kıyamet kopsa nasıl olurdu sorusuna cevap olarak herhalde bundan daha uygun bir sahne olamazdı. Masada adeta kıyamet kopmuştu ve ardında sessizliği kalmıştı.
Ses kaydı sona erdiğinde ben de bakışlarım önümdeki su bardağına sabit bir halde kaldım. Kulağıma dolan bütün cümlelerim bana bile balyoz etkisi yapmışken, Atlas'a nasıl hissettirdiğini tahmin dahi edemezdim. Soğuk sessizliği kimse bozmuyordu. Birdenbire içimde garip bir kendini açıklama telaşı oluştu.
"Ben bunları söyledim, doğru-" diye söze girdim.
"Hayret! Yalanlamanı bekliyorduk oysa." diye atıldı Kenan, yüzünde beliren çarpık bir gülümsemeyle birlikte. "Gerçek niyetin bir kez daha, açıkça ortada olduğuna göre-" Kendi sözünü kesen kapıldığı bir öksürük nöbeti oldu ama bu onu durduramadı. "-boşanmak istemiyorum gibi söylemlerle-" Öksürmekten nefesi kesiliyordu adeta. "-oğlumun vaktini...benim vaktimi...alma."
Atlas yüzüme bile bakmıyordu an itibariyle, elini babasının omzuna koymuş, uzattığı peçeteleri almasını istiyordu. Kenan peçeteleri aldı. Öksürüğü biraz daha normale dönünce Atlas'a,
"Kalkalım mı?" diye sordu.
"Bir dakika." dedi Atlas ve kararlı bir şekilde Tunç'a döndü.
"Burada bitmedi. Şimdilik Tunç. Ne demek istediğimi anlıyorsun. Sadece şimdilik."
Tunç'un yüzünde dünyanın en huzur verici müziğini dinlermiş gibi mutlu, huzurlu bir ifade belirmişti. Olan biten herşeyin, bütün bu dramanın ona maksimum seviyede haz verdiğini görebiliyordum. Atlas'ın cümlelerini sanki ona "Kafede arkadaşlarla buluşacağız." demişçesine rahat bir tavırla onayladı.
"Cinayet dışındaki herşeyi kabul ediyorum. Timur Özgen adına iade-i itibar davası açılsın. Babamla ilgili diğer bütün suçlamalarınızın sorumluluğunu da ben üstleniyorum. Bu şartları kabul ediyorsanız, avukatımızla irtibata geçersiniz." diye tamamladı Atlas sözlerini.
Koltuğundan doğrulan babasının koluna girdi. Kenan hala itiraz ediyordu ama oğlunun onu dinlediği yoktu. Gözünün hiç kimseyi hiçbir şeyi gördüğü yoktu. Belli ki sadece artık burada, bu ortamda olmamaktı istediği. Evim dediğim yere bensiz giderken ardında bıraktığı bana ne olduğunu, ne olacağını zerre umursamadığını görebiliyordum.
Çünkü ben az önce bir ses kaydından dökülen cümlelerimde onunla oynayıp istediklerimi aldıktan sonra ona ne olacağını zerre umursamadığımı açıkça ifade etmiştim.
Kenan ve Atlas gittiler. Ben masada kaldım. Tunç'un yanı başında. Kendime acımaya bir son verdiğimde, Tunç'un ilgi dolu sesini duydum.
"İpek... iyi misin?" Cevabı fazla düşünmedim.
"Yumruğumu yüzüne yapıştırmak istiyorum."
"Körle yatan şaşı kalkıyor..." diyerek gülümsedi.
İroninin kendisi insanın yüzüne çarpan bir kamyon etkisindeydi. Ah! Ne kadar da, ne kadar da nefret edilesi biriydi.
"Neden böylesin sen?" diye fısıldadım kopkoyu, suları kaynayan bir öfke denizinin içinde kavrularak.
"Nasılım İpek? Nasıl biriyim?"
Kendinden öylesine emin ve öylesine mutluydu ki sanki beni öpmemek için kendini zor tutuyordu. Elbette mümkün değildi bu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
POBEDA
General Fictionİpek ve Atlas. İki ünlü dağcı, sıkı dost, hayata ve kadere ortak iki babanın çocukları. Sekiz yıl önce; dünyanın en zorlu 7000'liği kabul edilen Pobeda dağı tırmanışı İpek'in babasını hayattan aldığında, küçük kız henüz on yaşındaydı. Yıllar sonra...