Bu bölüm ile ilgili yorumlarınızı daha bir merakla bekliyorum. Özellikle bölüm sonu görüşmek üzere...
Şarkı: Imany - Lately
Atlas'ın kalabalık amfiyi tarayan bakışlarının beni bulması sadece birkaç saniye sürdü. Öncesi ve sonrasıyla o birkaç saniyenin etkisi; evrenin mevcut yaşı, on iki ay, elli iki hafta ve üçyüzaltmışbeş günden oluşan bir takvime aktarıldığında saniye bile değil yalnızca kısacık bir ana denk gelen büyük patlama teorisi gibiydi. Büyük Patlama Teorisi'ni hepiniz bilirsiniz. Tüm galaksilerin, gezegenlerin ve yıldızların oluşmasına sebep olan o meşhur büyük patlama. Atlas'ın içinde sayısız rengi barındıran gözlerinin bir buçuk ay sonra benim gözlerime değdiği an işte böyle bir andı.
Kendi içimde bölünüp milyonlarca parçaya ayrıldığımı hissetmeme rağmen bir bütün halinde kaldım ve güzel yüzüne bakarken gözlerimi kaçırmadım. O ise, hiçbir tepki göstermeden kafasını çevirdi, sonra da sınıfın benden uzak bir ucuna gidip oturdu. Anladım ki, geçtiğimiz bir buçuk ayda onun için de bir şeyler değişmişti.
Sınıf arkadaşlarımın ona dair "Oha, bu ne!" gibi tepkilerini duymamaya ve sinirlerimi kontrol altında tutmaya odaklanarak bakışlarımı önüme bırakılan sınav kağıdına çevirdim. İlk beş dakikalık dikkat dağınıklığının ardından etraftan soyutlandım ve yirmi - yirmi beş dakika boyunca kağıdı yırtarcasına yazdım da yazdım.
Kafamı tekrar kaldırdığımda ister istemez ilk baktığım yön, biraz önce Atlas'ın oturduğu yer oldu. Sınıfın büyük çoğunluğu çıktığı için kalabalık seyrelmişti. Onun oturduğu yer de boştu. Öylece geldi, öylece gitti diye düşündüm. Son kontrolün ardından tamamladığım sınav kağıdımı, zeka dolu, inceleyici bakışları altında Aylin hocanın masasına bıraktım, ben de çıktım.
Kapının önünde cevapları karşılaştıran bir kalabalık vardı. Tüm fakültede sınavlar devam ettiği için, her yerden fısıldaşmalar halinde sınav, soru, vize, final, ortalama, gano, çan eğrisi kelimeleri duyuyordum. Sınıf arkadaşlarımın yanına doğru yürüdüm.
"Nabersiniz?"
"Cuma günkü sınavın sorularını ele geçirdik. Fotokopi için kantine iniyoruz."
Sen de ister misin diye sormalarına gerek bile yoktu tabi ki. Böyle bir bilgi edindiğinizde kuzu kuzu siz de kantine iner, bir fotokopi de kendinize çektirirdiniz. Kantin tam bir ana baba günüydü. Gönüllü arkadaşım Alican sayı belirleyip, fotokopi makinesine doğru ilerlerken ben biraz arkalarda kaldım. Yerin altında kapalı bir ortam olan kantinin karanlık atmosferi oldum olası bunaltırdı beni, kalabalık ve tost makinesinde kalan yanmış ekmek kokusu ise ayrı bir sıkıntıydı. Oturacak yer olmadığı için sırtımı çıkışa yakın bir duvara yasladım. Alican'ın fotokopilerle beraber bir an önce gelmesini diledim. Aynı anda etrafını çevreleyen kızlarla beraber gülüşen Atlas'ı gördüm. Uzun boyuyla görülmeyecek gibi değildi. Yine de ilk anda gördüğüme inanamadım. Birlikte yürüyorlardı, çekilsem de çekilmesem de saniyeler sonra bulunduğum yerden geçeceklerdi. Üç... iki... bir. Yeniden göz gözeydik.
Yanındaki sarışın kız verdiği notlar için teşekkür ederken, diğerleri Aylin hoca hakkında atıp tutuyorlardı. Kızların bazılarını tanıyordum. Üçüncü sınıftaydı bunlar. Sadece benim değil, fakültenin tanıdığı tiki con con tiplerdi. Gözlerimi devirip bakışlarımı kaçırdım. Atlas'ın gülümsemesi yüzünde dondu. Ona bakmamama rağmen nezaketen bir,
"Selam." dedi yanımdan geçerken.
"Selam." dedim ben de yeni farketmişim gibi. Kızlar ilerlerken o geride kaldı.
"Nasılsın?" dedi. Gerçekten merak ettiğinden değil de, laf olsun diye sorduğunu buram buram hissettim.
"İyi." dedim. Yine de tavır yapmaya hiç hakkım yoktu. Tavrımı değiştirdim bu yüzden, alttan aldım. "Sen nasılsın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
POBEDA
General Fictionİpek ve Atlas. İki ünlü dağcı, sıkı dost, hayata ve kadere ortak iki babanın çocukları. Sekiz yıl önce; dünyanın en zorlu 7000'liği kabul edilen Pobeda dağı tırmanışı İpek'in babasını hayattan aldığında, küçük kız henüz on yaşındaydı. Yıllar sonra...