"İleride eve çıkarsam yemin ederim senden başka ev arkadaşı istemiyorum."
Yurt odasının banyosunda saatlerdir ovulabilecek her yeri ovmaktan tutulmuş kollarıma rağmen durmak nedir bilmiyordum. Duvar fayanslarına yeni bir renk kazandırmıştım resmen. Sedef başımda durmuş, bir kulağında telefon kulaklıklığı yarı müzik dinliyor yarı beni izliyordu.
"Odaları biz temizlemiyoruz biliyorsun, değil mi? Verdiğimiz ücrete dahil."
"Sedef, küfür ettim edeceğim, kendimi çok zor tutuyorum. Bir kaybol gözünü seveyim."
"Şurada küçük bir leke mi kalmış? Şaka şaka. Gidiyorum. Psikolojik buhranını atlattığında gel beni bul."
Önceki gece yaşanan akıl almaz öpüşmenin ardından soğuk havada caddeye kadar yürümüş, ardından bulduğum ilk taksiyle yurdun yolunu tutmuştum. Sedef son anda attığım acil yardım mesajıma istinaden güvenliği yangın paniği yaratarak ütü odasına çağırmış, sonra kablodan çıkan mavi alevi yanlış anladığını iddia etmişti. Bense bu esnada gizlice içeri girebilmiştim. Sedef odaya döndüğünde yatağıma oturmuş ellerimi yüzüme kapamış haldeydim. Bana da sorsanız yangın çıktığını söylerdim.
Sedef'in ısrarına rağmen anlatacak gibi hissetmemiştim kendimi. Bir zaman sonra kendi halime bırakmayı uygun görmüştü. Bense sabaha kadar kulağımda müzikle sıkıntılı uykulara dalıp dalıp uyanmıştım.
Pazar sabahı erkenden markete gidip aldığım kireç sökücüler eşliğinde banyonun ve ellerimin canına okumakla meşguldüm. Fakat ne kadar çabalarsam çabalayayım içimdeki hırsı atamıyordum. Belki şu elimdeki tel süngeri o müthiş güzel yüzüne sürer sürer sürersem belki dudaklarını hafızamdan çıkarabilirdim. Belki. Birkaç tokat daha atarsam geçerdi hırsım. Fakat Atlas'ı görmeye tahammül edebileceğimi de sanmıyordum. Bu da böyle bir çelişkiydi işte. Bir süre daha hayalimdeki yüzünü silmek için çabaladım durdum.
Öğleden sonra Sedef'le kampüsteki kahveciden kahvelerimizi alıp Haliç kıyısına yürüdük. Hava buz gibi soğuktu, yine de yürümek bana iyi gelmişti.
"Bir çocuk var, biz dün gece onun evinde pizza yedik."
"Evine mi gittin?"
"Evet ama sadece pizza yemek ve konuşmak için!"
"Evine gittin?"
"Sedef valla delirtiyorsun beni."
"Tamam, bölmüyorum anlat."
"Sonra bir şeyler konuştuk. Bu konuşmalar beni rahatsız etti, yurda dönmek istedim. O dönmemi istemedi. Sonra da kendisi bırakmak istedi. Ben istemedim. Orada biraz tartıştık. Kapıyı filan tuttu."
"Korkuyorum ahlaksızca bir şey yaptı diye." İri gözler, yanaklara dayanmış ellerle tam bir dehşet ifadesi içinde dinliyordu.
"Beni öptü."
"Hiiii! Kim bu? Kim? Söyle gidip evini barkını başına yıkalım."
"Ya saçmalama, bir dur. Olan oldu."
"Hoşlanıyor musun yoksa ondan?"
"Hayır, nefret ediyorum!"
"Ya kıyamam ama sana ya. Bundan sonra seni gözümün önünden ayırmayacağım. O alçak gelsin de benim karşıma çıksın hele."
Bir anne anaçlığıyla başımı omzuma yasladı. Daha önce böyle bir şey yaşamadığımı da göz önünde bulundurarak aşırı yaratıcı üstesinden gelme taktiklerini sıralamaya başladı. Sedef iyi kızdı. Bu boş gevezeliklerini seviyordum. Anlattıklarının yarısını dinlemeyip dalgın gözlerle denizde kürek çekenleri izlesem de iyi geliyordu bana.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
POBEDA
General Fictionİpek ve Atlas. İki ünlü dağcı, sıkı dost, hayata ve kadere ortak iki babanın çocukları. Sekiz yıl önce; dünyanın en zorlu 7000'liği kabul edilen Pobeda dağı tırmanışı İpek'in babasını hayattan aldığında, küçük kız henüz on yaşındaydı. Yıllar sonra...