Satrançta Feda: Karşılığında bir şey elde etmek için materyalden vazgeçme eylemidir. (Puan kaybeden bir taş değişimi yapmak ya da bir piyon kaybetmek gibi). Örneğin, bir oyuncu rakibini mat edebileceği için atına bir kare açmak amacıyla vezirini feda edebilir. Aynı zamanda bir oyuncu, taş gelişimi için zaman kazanmak ya da rakip şahın piyon sığınağını parçalamak için bir taş feda etmek gibi, daha stratejik fedalarda da bulunabilir.
"İyi bir feda doğru olan değil, rakibi şaşırtıp karmaşaya itendir."
Rudolph SPIELMANN
Havalimanının kalabalık koridorlarında yürürken omuzlarım sırtımdakinden çok daha ağır bir yükü taşıdığımı hissettirircesine öne devriliyordu. Pasaport kuyruğuna doğru ellerinde valizlerle kendi hikayelerini sürükleyen bir insan denizinin arasında ilerlemeyi sürdürdüm. Yürüyordum ama ne yöne ve ne için gibi soruların bir cevabı yoktu. Birkaç adım sonra ülke topraklarına giriş yapan özgür bir birey olacaktım. Ardından nereye gideceğimi ise henüz düşünmemiştim. Banka hesabımda sadece birkaç günü -o da mümkünse en ucuzundan- bir otelde geçirmeye yetecek miktarda para vardı. Antalya'ya dönebilirdim ama içimden bir ses İstanbul'da kalmam gerektiğini söylüyordu. Hiç değilse Atlas'ın avukatını aramalıydım Antalya'ya dönmeden evvel. Ne olacaksa olsun diyerek... ne olacaksa olsun. Dalgınlıkla beklediğim pasaport kuyruğunda önümdeki kalabalık dağılmış, sıra bana gelmişti. Elimde pasaportumla korumalı kabinin içinde işlem yapmak üzere bekleyen memura doğru yürüdüm.
Gişenin hemen ardında bekleyenleri tam da o anda gördüm.
Polis yeleği giymişlerdi. Şapka ve gözlük de takmış olmalarına rağmen doğruca bana baktıklarını görebiliyordum. Tunç uzun boyu ve koyu renkli gömleğiyle etrafını çevreleyen duvar yüzlü adamlardan sıyrılıyordu. Elim ayağım soğudu bir. Nasılsa önüme dönmeyi başardım ve pasaportumu beni bekleyen görevliye uzattım. İşlem saniyeler kadar kısa sürdü. Uzatılan pasaportumu titreyen ellerle geri aldım. Gişenin hemen ardında onlara doğru yürüyüşümü izleyen yüzlere bakarak sarsak birkaç adım attım.
Tunç, bir adım öne çıkıp, herkesten önce yolumu kesti. İlk bakışta dikkatimi çeken, son gördüğüm halinden çok daha yorgun, çok daha solgun göründüğü oldu. Saçları özensizce taranmış, şekillendirilmemişti. Kahve gözlerinin altları bariz şekilde torbalanmış, çocuksu yüzü küçülmüş, beyaz teni iyice beyazlaşmıştı. Beni gördüğüne sevinmiş gibi görünmüyordu, dudağının kenarıyla bile gülmüyordu. Yüzündeki ifade kaskatıydı.
Bir sorun vardı. Bu çok net anlaşılabiliyordu. Gözlerimi onun arkasında bekleyen polislerden alamayarak, ciğerlerime doldurduğum bir nefes dolusu korkuyu soludum. Tunç'un eli, kolumu kararlılıkla kavradığında buz buz oldum.
"İpek? Atlas nerede?"
Adını duymakla bile kalbim sert bir şekilde yumruklanmış gibi hissettim. Sanki içim yarıldı ve gözyaşlarım kurumuş gölleri basan coşkun sel suları gibi içime aktı. Tunç'un elinden kararlılıkla sıyrılırken,
"Atlas yok." dedim, en önce kendimi ikna edercesine.
Geceler boyu ateşiyle sarmalandığın, göğsünde uyuyakaldığın, aldığı nefesi soluyarak hayat bulduğun, senden vazgeçmek istemiyorum diyen o adam yok.
Tunç bana sanki yalan söylüyormuşum gibi hayretle bakıyordu. O ana dek geride duran polislerden bir tanesi öne çıkarak Tunç'un bir adım kenara çekilmesine sebep oldu. Duvar gibi bir yüzle beni karşısına alarak,
"İpek Hanım, bizler mali suçlar şubesinden geliyoruz. Eşiniz Atlas Bey'in uçaktan sizinle birlikte inmesini bekliyorduk. Kendisinin nerede olduğunu biliyor musunuz?" diye sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
POBEDA
General Fictionİpek ve Atlas. İki ünlü dağcı, sıkı dost, hayata ve kadere ortak iki babanın çocukları. Sekiz yıl önce; dünyanın en zorlu 7000'liği kabul edilen Pobeda dağı tırmanışı İpek'in babasını hayattan aldığında, küçük kız henüz on yaşındaydı. Yıllar sonra...