5. Dilim

1.7K 118 49
                                    

Annesinin doğup büyüdüğü bu ülkeye ilk gelişinin bir kız yüzünden olmasına inanamıyordu. Yinede bu ülkeye kadınlar sayesinde bağlı kalması oldukça manidar geliyordu. Cebinden çıkardığı kutudaki yüzüklere baktı. Işıltısıyla yanındaki alyansı etkisiz gösteren, pırlanta ile  taçlandırılmış sedef işlemeli yüzük sevdiği kadının parmaklarında oldukça hoş görünecekti. Uçaktan iner inmez evinin önünde aldı soluğu. Telefonunu açmayan kızın annesi ile karşılaşmak için doğru zaman değildi belki ama buna değerdi.

Çaldığı kapıdan duyulan her zil sesi nefesini biraz daha bastırırken içeriden bir tepki gelmemesi moralini bozuyordu. "Yoksa taşındılar mı? " Son bir kez daha şansını denediği  sırada arkasından sevgilisinin sesini duydu.

- Yixing,  sen... Neden buradasın?

Ondan sonra olanlar, konuşulanlar, kızın bakmadan elinin tersiyle bir köşeye attığı yüzük kutusu... Bütün hayallerini birkaç dakika içinde kaybediverdi. Kızın tepkisiz suratına son bir kez baktı.  "Bu hale benim yüzümden geldik, biliyorum. Seni suçlayamam. Beni düşünmeden... Mutlu ol." 

Cümlesinin bitmesini beklemeden kapıyı çarpıp içeri geçmişti buraya gelirken ömür boyu yol arkadaşı olacağını düşündüğü kadın. Oysa o, zamanlamayı biraz geciktirdi diye hiç düşünmeden bırakmıştı.  Omzundaki iki aptal melek yaşananları değerlendirip tartışırken Yixing sessizce yabancı olduğu sokaklarda yürümeyi tercih etti.

Hiç bilmediği ama ait olduğu bu ülke onu sonsuza dek saracak toprakların olduğu yerdi. Karşısındaki tabela yanıp sönerek kendisine çağırıyordu sanki adımları istemsizce o tarafa yöneldi. Yüzüne damlayan yağmur tanelerini elinin tersiyle silip sonradan eklendiği belli  olan iki basamağı çıktı. Ne istediğini soran yaşlı eczacı kadına derdini Çinceyle anlatamayınca biraz beden diliyle sorununu anlattı. Kadın şişeyi uzatırken gülümsedi ve heceleyerek yalnızca bir tane içmesi gerektiğini anlatırken parmaklarını deli gibi savurmayı da ihmal etmedi.

Kadının haline gülerek dışarı çıktı Yixing, yaşlı kadın ölmek için bu ilaçları alan birinin zarar görmemesi için hala arkasından işaret ediyordu. Cebine ilaç kutusunu koyup çiseleyen yağmurun yarattığı huzur dolu sokaklarda yürümeye devam etti. Çok geç bir saat olmamasına karşı sokakların boşluğunu yadırgadı önce sonra yağmura bağladı bunu. Ancak yolun kesiştiği ilk köşede önüne onlarca sarhoş insan çıkınca sadece ara sokaklardan birinde gezindiğini anladı. 

Yağmurun azalmasıyla birlikte insan sayısı katlandı, sokak sanki evlerine gitmeleri için yalvardığı insanlarla doldu. Koşarak ilerleyen bu insanların azimleri çok saçma göründü gözüne.  "Annem burada kalmayı tercih etseydi... Öyle olsaydı belki bende bu karınca ordusuna dâhil olurdum."

Kalabalıktan uzaklaşmak için sessiz görünen bir ara sokağa girdi yeniden, ayakkabılarıyla geçtiği yollara işaretini bırakırken, yeryüzünün bütün ışıklarını yansıtarak, karanlığa karşı koyan nehri gördü. Etrafa bakınırken çok uzak olmayan köprüyü fark etti. Hızlı adımlarla kısa sürede üzerindeydi artık köprünün. 

Gökyüzüne kafasını kaldırıp onca yıldızın güzelliğini nehirle paylaşmasını izledi, nehre dönüp baktığında ise gökyüzünden sakura yaprakları gibi kayıp giden yıldızların akislerini... "Bir yıldız misali... Bir yazar gibi yaşayamadım belki ölümüm bir şiir gibi olur"   nehri incelerken söylediği son söz oldu. Gülümsemesi suratında donup kaldı.

Dakikalar sonra Han nehri içine istemediği bir parça düşmüş gibi bağırdı. İçindeki bütün soğuğu çarptı yabancı bedene, istenmediğini bilirse gider diye umarak. Oysa annesine kavuşmuş gibi huzurla kollarına geliyordu gencecik beden. Anaç yüreği dayanamayıp bir parça huzur sundu, kollarını açtı. Son anda bir el girdi aralarına, bu kez müsaade etti misafirinin gitmesine.

Çikolata Kahve / Sekai ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin