--KaiSoo--
Jongin ve Kyungsoo tatilden geleli henüz iki gün olmuştu.Ancak Kyungsoo evden dışarıya çıkamıyor,Jongin ise onu yalnız bırakmamak için sadece şirkete gidiyordu.Çünkü Kyungsoo'nun hassas,süt beyazı teni tatilde güneşten yanmıştı.
Jongin her sabah olduğu gibi onu yatağa yüzüstü yatırmış ve o baktıkça deliye çeviren,minik bedenine krem sürüyordu.
''Tanrım...Nasıl bu kadar yanabildin,Kyungie? Görende üç ay orada kaldık sanacak'' dedikten sonra Kyungsoo somurtarak cevapladı. ''Bilmiyorum Jonginie'' suratını yorgana bastırdığı için sesi boğuk çıksa da bu,o masum şirinliğini örtememişti.
Jongin şakayla beraber önünde yatıp,vücuduna krem değdikçe kıpırdanan Kyungsoo'nun ensesine üfledi.Kyungsoo vücuduna temas eden nefes ile birlikte bir çocuk gibi çırpınarak kıkırdadı. ''Hihihi Y-yapma Jonginie...H-huyla- ahahah-huylanıyorum'' Jongin,onun tatlı kıkırdamasıyla eridiğini hissetti.
''Bekle,kıpırdama Kyungie...Az kaldı'' uyarmasıyla Kyungsoo kafa salladı ve itaat ederek kıpırdanmayı kesti.
Jongin daha aşağı sürebilmek için elleri kremli olduğundan dolayı elinin dışını kullanarak pantolonu çekmeye çalıştı.Pantolonu biraz aşağı çektiğinde,Kyungsoo huzursuzca kıpırdandı.Ancak bu kıpırdanış pantolonu Jongin'in istediğinden daha aşağı indirdi ve büyüğün kalbinin neredeyse patlayacak kadar hızlı atmasına sebep olmaktan başka bir şeye yaramamıştı.
'Tanrım!Onun vücudu,kıvrımları,yüzü hiçbir kızda,hiçbir insanda yok' içinden düşündü.
Jongin,Kyungsoo'nun kalçasının üzerinde,belinin iki tarafında bulunan tapılası oyuklara bakarak yutkundu. 'Kahretsin!Bu kadar güzellik yetmezmiş gibi bir de bel gamzesi mi var?'
Kyungsoo'nun onu çıldırtacak gibi duran belindeki gamzeleri bırakıp,beyaz süt teni kusursuzlukla ayıran ve aşağı doğru kendi yolunu çizmiş olan omurgaya baktı.Dudaklarının kuruduğunu hissediyordu.Aynı zamanda boğazındaki kuruluğu da fark edip yutkunmaya çalıştı.Ancak hiçbir işe yaramıyordu.
Aşağı doğru düz,hafif çukurda kalan,o akıl ve kalp sağlığına zararlı olan omurgayı takip etmeye başladı.Dudaklarında yapışıp kalan kuruluğu yok etmek için tekrar yutkundu ve dudaklarını yaladı.
'Şimdi dudaklarımdaki kuruluğu sen yok etse-...Ahh! Hayır Jongin!Böyle şeyler düşünme!' kendini sakinleştirmeye çalışırken,dikkatini çeken daha ilgi çekici bir şey bulmuştu bile.
Tanrım o...o da neydi öyle?Emin olmak için elindeki sinir bozucu kremi kendi kucağında olan kağıt havluyla temizledi ve dikkatini çeken şeye daha dikkatli bir şekilde baktı.Jongin gördüğü şeyle bağıra bağıra gülmek istese de Kyungsoo'nun utanacağını bildiği için eliyle kendi burnunu sıktı ve herhangi bir patlamaya karşı nefesini tuttu.
''Ne oldu,Jonginie?'' Kyungsoo ona dönüp sordu.Yorganı ise ön tarafını örtmek için kullanıyordu.Ancak Jongin'i öyle burnunu tıkamış ve nefesini tutarken görünce şaşkınlıkla gözlerini araladı. ''J-Jonginie?'' Kyungsoo şaşkınlık ve biraz korku ile sorunca Jongin cevaplamak için,tuttuğu nefesini ve burnunu bıraktı.
''B-Bir şey y-yo-yok-AHAHAHAH!'' Jongin konuşamadan ağzından şiddetli bir patlama gibi çıkan kahkahayla Kyungsoo olduğu yerde irkildi.Göğsünü örtmek için kullandığı yorganı,kendine doğru bastırdı.Anlamsızca Jongin'e bakarak ,yattığı yerden doğruldu ve oturur pozisyona geldi.
Jongin ise gülmekten ağrıyan karnını tutarak,gülmenin şiddetiyle kendini yatakta geriye doğru attı.Şu an da yatarak gülüyordu.Daha doğrusu haykırıyordu.Kyungsoo,kendisine bakarak kahkaha atan adama kocaman ve şaşkın gözlerle bakmaya devam ediyordu.
Jongin biraz toparlandıktan sonra gözünden akan yaşı sildi. ''J-Jonginie...B-biliyorum yüzüm gibi v-vücudumda çirkin...B-ben...seni b-buna maruz bıraktığım için özür d-dilerim'' çocuk bunu söylerken suratında oldukça üzgün bir ifadeyle kafasını eğmişti.
Gözlerinin neden dolduğu hakkında ise en ufak bir fikri yoktu.Sonuçta küçüklüğünden beri duyduğu bu çirkin yakıştırmalara alışmıştı.Bunu kendi de kabullenmişken,neden Jongin'e itiraf etmek ve bunu doğruluğu düşüncesiyle,kalbi bin parçaya ayrılmıştı ki?
Zaten ne bekliyordu ki Jongin gibi yakışıklı,zengin,kibar ve seksi birinin,onun gibi çirkin,fakir ve Medine fukarası gibi duran birini sonsuza kadar yanında tutmasını mı?
Dudağı titremeye başladığında duyduğu sesle tekrar kafasını,o koca gözleriyle beraber kaldırdı. ''Tanrım! Sen ç-çok tatlı-Ahahaha t-tatlısın'' lafını bitirir bitirmez yarım kalan kahkahasına devam etti.
Kyungsoo ise sulu gözleriyle ona bakarken hala bir şey anlayamamıştı. ''En sevdiğin çizgi film Pororo,değil mi Kyungie?'' Jongin söylediğinde kyungsoo kafa salladı ve cevaplamak için yutkundu. ''E-evet,Pororo.Ama nereden bili-...'' lafını tamamlayamadan Jongin'in lafını bölmesiyle susmak zorunda kaldı. ''Şu andan itibaren benim de favori çizgi filmim Pororo.Onun tek,ilk ve son fanıyım''
Jongin söylediğinde Kyungsoo yine bir şey anlayamadan birkaç kez hızlıca gözlerini kırpıştırdı. ''Neyse Kyungie.Ben şirkete geç kalacağım.Şimdi çıkıyorum.Belki geldiğimde bir şeyler izleriz.Belki de...Pororo izleyebiliriz'' son teklifi yaptıktan sonra sırıtarak göz kırptı.Kyungsoo'nun ise gözleri parladı.
Hızlıca kafa sallayarak,kalp dudaklarıyla gülümsedi ve gözlerinin yok olmasına izin verdi.Jongin,onun mükemmel suratını izlerken,gerçekten geç kalacağı aklına gelince yataktan kalktı.Zaten Kyungsoo kremi vücudunun ön kısmına,utandığı için Jongin'e sürdürmüyordu.
Jongin ona el salladıktan sonra hızla odadan çıktı.Evet,hızla çıkmıştı.Çünkü biraz daha Kyungsoo böyle bir haldeyken ona bakmaya devam ederse,delireceğinden korkuyordu.
Kyungsoo,yatağın üstünde duran Jongin'in siyah ve kendine çuval gibi büyğk olan atleti alıp yavaşça giydi.Bu atleti krem sürdükleri için Jongin giymesini istemişti.Yataktan kalktı ve aynada kendisine baktı.
Gerçekten o kadar çirkin miydi?Aynada kendisine bakarken arkasını döndü ve atleti sıyırdı.Acaba o çirkin bel gamzelerine mi gülmüştü?Jongin'in neredeyse kalbinin durmasına sebep olan o mükemmel çukurları hiçbir zaman sevmemişti.
''Tanrım,birazcık güzel yaratsaydın ne olurdu?'' kendi kendine söylerken gördüğü şeyle dehşete düştü.Pantolonunun altından boxerının yarısı gözüküyordu ve boxerının poposunda kocaman Pororo baskısı vardı.Hem de ağzı açık bir şekilde...
Pantolonunu dehşetle düzeltip,utançtan ölecek duruma gelerek tepinmeye başladığında bir yandan kendisine kızarak söyleniyordu.
''Tanrım!Güzelliği geçtim.Birazcık akıllı ve şanslı yaratsaydın ne olurdu?'' söylenirken gözüne açık olan çekmece takıldı.Yavaş adımlarla yaklaştı.Çekmeceye bakınca gördüğü görüntüyle hızla gözlerini kapatarak arkasına döndü.
Aklından 'Sakın arkanı dönme...dönme' diye geçirse de içini kemiren merak duygusuna engel olamayarak yavaşça,ellerini kapattığı gözlerinden indirip tekrar yarı açık çekmeceye döndü.
Yavaşça yaklaşıp elini yavaşça uzattı.Yaptığı şeyin utancıyla elleri titriyordu.Çünkü burası Jongin'in boxer çekmecesiydi.
Kyungsoo incelemeye başladı.Tanrım...Hepsi siyah ve dümdüzdü ve tabi ki hepsi markaydı.Kendisininki ise fıstık yeşili renginde ve poposunu kaplayan açık ağızlı Pororo baskısı olan bir boxerdı.Boxerları bile hayatın acımasız olduğunun bir kanıtıydı.
Eline aldığı boxerı aynanın karşısına geçerek kendi üstüne tuttu.O bile Kyungsoo'ya fazlasıyla büyük duruyordu.
Tam boxerı kendi üstüne tutmuş bakarken bir anda kapı açıldı ve içeriye Jongin girdi.Kyungsoo korkuyla sıçrayarak ona doğru dönerken elindeki boxerı yere,ayağının dibine düşürmüştü.
''Kyungie ne yapıyorsun?Yoksa sapık gibi boxerlarımla fantazi mi yapıyordun?'' gülerek,alayla sorduğunda Kyungsoo beceriksizce bir yalan uydurdu. ''T-tabi ki h-hayır.Bu...B-bu benim b-boxerım'' kıpkırmızı bir halde söylediğinde,Jongin inanmasa da çaktırmayarak konuştu.
''Woah! Kyungie bende de aynısı var.Bunu giyerken haber ver bende giyeyim.Çift boxerları...'' Kyungsoo kıpkırmızı olmuş bir şekilde kafasını eğerken Jongin ona fark ettirmeden güldü. ''Neyse...Ben telefonumu unutmuşum.Onu almaya gelmiştim'' dedikten sonra Kyungsoo'ya fazla yakın bir şekilde yanından geçti.
Komodinin üzerindeki telefonunu alıp yürümeye başladı.Kyungsoo ise hala aynı şekilde duruyor,kafasını kaldırmaya utanıyordu.Tam kapıdan çıkacaktı ki duraksayıp küçüğe döndü. ''Ama...Pororo'lu olanı buna kesinlikle tercih ederim'' deyip göz kıptı ve çıktı.
Kyungsoo işte o zaman utançtan ölmek istedi.Gerçekten onu görmüştü demek ki... ''Tanrım!çok utanç verici'' Kyungsoo kendi kafasına vuruyordu.
Jongin ise yoldayken hem olanlara gülüyor hem de onun bir ürlü aklından çıkmayan vücuduyla cebelleşiyordu.Bir de utanmadan yüzüm gibi,vücudum da çirkin diyordu.
''Tanrım...Çarpılmak mı istiyorsun?Daha seni nasıl yaratsın?'' kendi kendine konuşurken içinden geçirdiği şeyler de pek farklı değildi.
'Sen,benim gördüğüm,Tanrı'nın yarattığı en güzel şeysin Do Kyungsoo...'
* * * * * * * * * * * * * * *
--KrisHan--
''Luhan!Luhan!'' sarışın çocuk duyduğu narin sesle yavaşça gözlerini araladı.Neden her yer bu kadar ferah ve rahatlatıcıydı?
Yavaşça yatağından kalktı. ''Luhan!'' bu narin ses annesinin sesiydi.Çocuk yataktan kalkarak,çıplak ayaklarıyla yürümeye başladı.Üzerine göz gezdirdiğinde pijamaları yerine bu...bu neydi?
Yoksa Tanrı isteklerini kabul mu etmişti?Üzerindeki kar beyazı kefene bakarak huzurla gülümsedi.Sonunda ölebilmişti demek ki...
''Luhan!'' annesinin sesini takip etmeye başladı.Bütün boz renklerin arasında,çocuk bal sarısı saçlarıyla,süt teniyle ve bembeyaz bir kar yığını gibi bedenini sarmalamış olan kefenle,bir melek gibi parlıyordu.
Kendi odasından çıktı ve yürümeye devam etti.Evdeki bütün odaların kapıları ve camları açıktı.
Çocuk adım attıkça evdeki boğucu esinti artıyor ve bir melek gibi parlayan Luhan'ın saçlarını savuruyordu.
Çocuk aynı yavaşlıkta merdivenleri indi.Evin dış kapısı bile açıktı.Şimdiye kadar kaçmak için can atan ama her defasında başarısız olan çocuk,şimdi kefenle ve kendi ayaklarıyla çıkarak kendi ölümünü izliyordu.
Kapıya çıkarak kafasını gökyüzüne kaldırdı.Evin boz renkleri ve boğucu havasının tam zıttı olarak masmaviydi ve parlak ama yakıcı olmayan bir güneş vardı.Her yer yeşillikti ve etrafa büyülü bir güzellik hakimdi.
Çocuk rüzgara dokunmak,güneşi tutmak istercesine elini havaya uzattı.Ferahlatıcı rüzgar parmaklarının arasından narin tenini okşayarak geçtiğinde,gözlerini huzurla kapattı ve parmaklarını yavaşça oynattı.
''Ölüm bu kadar huzurlu mu,anne?'' söylediğinde sesi yankılanmış ve kendi dediğini birkaç kez daha duymuştu.
Bir kelebek önünde uçmaya başladığında gülümseyerek onu takip etmeye başladı.Çıplak ayaklarıyla çimenlerde yürüyerek takip etti.Ancak arka bahçeye doğru ilerlerken iki tane karaltı gördü.
Merakla oraya bakarken o iki kişinin birinin Kris,birinin ise Tao olduğunu fark etti.Bir şey gömüyorlardı.Luhan,biraz daha yaklaşınca o gömdükleri şeyin annesi olduğunu gördü.Oraya doğru koşmak istedi.Ancak ayakları hareket etmiyordu.
''ANNE!'' elini öne doğru uzatırken attığı feryatla Kris ve Tao ona doğru döndüler.Luhan olduğu yerde çırpınırken annesinin üstü tamamen örülmüştü bile.Kafasını eğerek ayaklarına baktı.
Daha deminki çimenler gitmişti ve yerini korkutucu,kapkara topraklar almıştı.Simsiah toprak Luhan'ın ayaklarını yutmaya başlamışı ve onu daha çok içine çekiyordu.Biraz önce güzelliğiyle çocuğu büyüleyen her şey bozarmıştı.
Etrafa gri renk hakim olmuştu ve Luhan nefes almaya çalıştıkça o gri renk gitgide koyulaşıyordu.Çocuk toprağın içine batmaya devam ederken Kris ve Tao ona doğru geliyordu.İkisi de kapkara giyinmişti.
Tao elindeki korkutucu kürekle Luhan'ın önünde yeni bir çukur açıyordu.Kris ise hareket etmek için çırpınan çocuğa doğru yürüyüp önünde durdu. ''Acıtıyor mu,Luhan?'' sesi buz gibi ve korkunç çıkmıştı.
Çocuğun çenesinden kavrayıp kafasını kaldırdı.Elinin değdiği yer cayır cayır yanıyor gibi acı veriyordu,küçüğe.Luhan acıyla çığlık atmak istedi,ancak çenesini,Kris tuttuğu için hareket ettiremiyordu.
Kris,yavaşça Luhan'a eğildi ve daha da yaklaştırarak dudaklarını birleştirdi.Yavaşça dudaklarını hareket ettirdiğinde,Luhan dudaklarının yanarak,parçalandığını sandı.Acıyla çığlık atarken,Kris onu yavaşça ters tarafa çevirdi.Şimdi Luhan,Kris'in hemen önünde duruyordu.
Kris,çocuğun zayıf kollarının altından kendi kollarını geçirdi.Yavaşça vücudunu okşayıp kulağına bir şeyler fısıldıyor,arada bir de boynunu öpüyordu.
Kris okşamaya devam ettikçe Luhan'ın üstündeki bembeyaz kefen kendi gibi kirlenip,kapkara oluyordu.Kefen kararırken Luhan,vücudunun her yerinin yandığını hissederek kafasını geri atıp,Kris'in omzuna dayadı.Klan son gücüyle avazı çıktığı kadar bağırdı.
Kris'in elleri artık onu okşamıyor,onu öldürmek istercesine sıkıyordu.Kris sıkmaya devam ederken,Luhan vücudunda her uzvunun kırılıp,parçalanarak,kavrulduğunu sandı.
Luhan acıyla bağırırken kendi kanında boğulduğunu hissetti.Kris'in elleri durdu ve onun kulağına eğilip fısıldadı. ''Şimdi ödeşiyoruz,Luhan!'' çocuk daha anlayamadan sertçe bir çukura çekildiğini fark etti.
Tao'nun açtığı mezara,bizzat Kris tarafından itilmişti. ''Yapma'' son kez fısıldadığında üstüne atılan topraklar onu resmen eziyordu.Topraklar görüş alanını tamamen kapatmıştı.Ancak hala o ağır toprak yığınının altında çırpınıyordu.
Son kez duyduğu şey ise Kris'in o korkutucu sesiydi.
''Şimdi ödeşiyoruz,Luhan!''
~~~~~~
Luhan,sıçrayarak uyandı.Bu nasıl bir kabustu böyle.Ne kadar gerçek,ne kadar doğruydu.Kabusun gerçekliği,doğruluğu Luhan'ı ürperterek titretmişti.
Sonuçta gerçekte de kris onu resmen diri diri mezara koymuyor muydu? Ya da annesini...
Luhan nefesini düzene sokmaya çalışarak,terli bedeniyle yatakta döndü.Dönmesiyle yerinde sıçraması bir olmuştu.
''Ooo günaydın,Sürtük Hazretleri!'' Tao imayla söylerken Luhan onu duymamazlıktan gelerek yataktan kalktı.Yürüyüp Tao'nun yanından geçerken esmer olanın kendi kolunu sertçe tuttuğunu hissetti.
Tao onu geriye doğru çekerek söyledi. ''Saat kaç haberin var mı?Öğlene kadar uyuyorsun'' Luhan duysa da hiçbir tepki vermeden,sadece onun suratına bakmakla yetindi. ''Her neyse,zaten diyeceğim o değil.Bugün Wufan'la romantik bir akşam yemeği yiyeceğiz.Ben hazırlayacağım.Ayrıca,yemekte sen olmayacaksın.Odanda ne halt yapıyorsan yap,istersen kendi kıçını becer.Ama ortalıkta olmayacaksın,anladın mı?''
Tao tehtid edercesine konuştuğunda Luhan sadece gözlerini devirip yürümeye devam etti. ''Onun veya senin herhangi bir şeye alerjiniz var mı?'' Luhan ona döndü ve konuştu. ''Benim deniz ürünlerine var.Onunkini neden ona sormuyorsun?'' deyip yürümeye devam etti.
Tao ise sinsice sırıtarak hain planlarını düşündü. 'Demek deniz ürünlerine alerjin var sürtük!Biraz deniz ürünü yesen bir şey olmaz değil mi?Yoksa alerjin olduğu için balon gibi kabarıp,kızararak,bitli gibi kaşınınca Kris seni beğenmez mi?Ne kadar da üzücü...' çocuk banyoya girip,gözden kaybolunca odadan çıkıp aşağı inmişti.
Hemen mutfağa indi ve romantik(!) akşam yemeği için hazırlık yapmaya başladı.
~~~~~~
4 saatlik bir mutfak savaşı sonucunda ortaya iyi bir şeyler çıkardığına inanıyordu.En azından yenilebilirdi.Hazırladığı şeylere tekrar bakıp salondaki büyük masayı hazırlamak için salona gitti.
Yeterince mumlu,romantik ve yaterince süslü bir masa hazırladı.O arada Luhan'ı hatırladı.Mutfaktan bir tabak aldı ve hazırladığı şeylerden koymaya başladı.Tabak hazırlamayı bitirince merdivenleri çıkıp Luhan'ın odasına girdi.
Çocuk yatakta,cenin pozisyonunda ve boş boş dolaba bakarak yatıyordu. ''Luhan!Al bunları ye ve sakın ortalıkta gözükeyim deme!'' lafını bitirir bitirmez kapının açıldığını duyunca,uyarıcı bir ifadeyle küçüğe bakıp,koşarak aşağı indi.
Kris,eve girer girmez onu karşılayan ağır mum kokusu ve karanlıkların arasında,ucundaki alevle beraber parlayan kırmızı mumlarla oldukça şaşırdı.
Yavaşça içeri doğru yürürken,bu boğucu sessizliği Tao'nun koşma sesleri bozdu. ''Luhan nered?'' Kris gelir gelmez onun yaptıklarını umursamadan direkt Luhan'ı sorunca Tao bozuldu,ancak belli etmemek için umursamazca omuz silkip cevapladı.
''Odasında yiyecekmiş.Hadi gel,senin için hazırladım'' Kris kafasında Luhan'la yürüyerek elini yıkadı ve Tao'nun peşinde dolanıp durmasına gözlerini devirerek masaya oturdu.
Hiçbir şey demeyip,sadece yemeğini yerken,Tao konuşmaya çalışıyordu. ''Ee...Ne yaptın?Nasıldı günün?'' Kris,sanki evlilermiş gibi onu sorguya çeken Tao'ya baktı ve sadece kuru bir ''İyi'' dedi.
Çatalını,tabağında duran,börek görünümlü garip şeye bastırarak kesti.Ağzına attığında,Tao asık suratını gizlemeye çalışarak sordu. ''N-nasıl?'' Kris yemeye devam ederken cevapladı. ''Güzel olmuş.Ellerine sağlık,Tao'' yemeği çiğnerken,içindeki şeyi pek anlayamamıştı.
Ağzındaki lokmayı çiğnerken anlamak istercesine gözlerini kıstı.O sırada üst kattan bir tabak kırılma sesi gelmişti.Kris lokmayı yutup,zorla konuştu.
''B-bunun içinde ne var?'' sorduğunda Tao mutlulukla konuşmaya başlamıştı. ''Beğendi-...'' lafını tamamlayamadan,Kris sesini yükselterek keskin bir şekilde ve düşündüğü şeyin olmaması için dua ederek sordu. ''Bunun içinde ne var!'' Tao cevaplamak için ağzını açtı.
Kris şu anda diyeceği şeyin kendi düşündüğü şey olmaması için tanrıya yalvarıyordu.
''Ka-Kalamar'' lafını bitirir bitirmez Kris çatalını sesli bir şekilde bırakıp,sandalyesinin düşmesine sebep olacak şiddetle iterek ayağa kalktı.
''Kahretsin!'' söylediği tek şey bu olmuştu.Koşarak yukarı çıkmaya başladı.Tao ise arkasından koşuyordu.
Luhan'ın odasına girip içeri doğru koştu.Gördüğü şeyle gözleri kocaman açılarak ve korkudan kekeleyerek,küçük olanın adını bağırdı.
''L-LUHAN!''
**BÖLÜM SONU**
-Ceren ÖZDEMİR
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FAHİŞE'NİN OĞLU
FanfictionNeden bu iğrenç dünyada bütün acıları yaşamak zorundayım? Oradan bakınca çok mu güçlü görünüyorum? Ancak ben ölmek üzereyim tükeniyorum…