Tanıdık mesaja baktım ve bir süre öylece kaldım. Tıpkı o gün duvarın karşısında kaldığım gibi. Birinin yanımda olmasına ihtiyacım olduğunu bağıran sesimi geriye itmeye çalışsam da başarılı olamadım. Benim geriye ittiğim bu düşünce hırslanmış ve bana karşı daha berrak bir şekilde düşüncelerimin arasında parlıyordu. Oysa ben onu çamurun içine itip göremeyeceğim hale getirmeye çalışıyordum.
Başımı hafifçe geriye atarak duvara yasladım. Gözlerimi sıkıca kapatıp içimden sabır diledim. Bir yandan da düşünüyordum. Neden ben?
Zaten sevmediğim şu dünyada, suçumun dünyaya gelmek olduğunu bildiğim için yüzümü buruşturdum. İşte şimdi, dünyadan her zamankinden daha fazla nefret ediyordum. Depresif ruh halimi bir kenara bırakarak çantamı omzuma astım ve sınıftan çıktım.
İşin kolay kısmı şimdi geliyordu. Yıldıray Koleji'nde yaptığım gibi tuvalete saklanıp nöbetçi öğretmenlerin gitmesini beklememe gerek yoktu. Müdür beni görse, neşeli şarkılar eşliğinde okuldan uğurlayacak biriydi. Bu yüzden daha fazla düşünmeye gerek kalmadan bahçeye ilk adımımı attım.
Bahçede öğrencilerden başka kimse yoktu. Güvenlik olması gereken yerde durmuyordu. Bu zaten kolay olan işimin daha da çabuk hallolmasına neden olacaktı. Acele etmeden normal adımlarla okuldan çıktım ve caddeye yürümeye başladım. Bir yandan Barça'yı arıyordum.
"Efendim Berlika," diyerek telefonu açtığında çok uzatmamam gerektiğini anladım. İşi var gibi duruyordu. Zaten telefonu nefes nefese açmıştı.
"Senden annemin numarasını isteyecektim."
"Ne? Neden?"
Düzene girmeye başlayan nefesini telefondan bile fark etmiştim. Aynı zamanda sesinden çıkan hayretin izlerini de...
"O'na ihtiyacım var."
Söylediğim son cümleden sonra yalnızca "Peki," demişti. Ne diyebilirdi ki zaten? O benim annemdi ve benim ona ihtiyacım vardı.
Telefonla konuşurken çoktan caddeye çıkmıştım. Barça mesajı attığında ise taksiye biniyordum. Şoför adresi sorduğunda çantamın ön gözünden annemin adresini yazdığım kâğıdı çıkarıp ona uzattım. Şoför arabayı sürmeye başladığında ben de Barça'nın attığı mesaja bakıyordum.
Araba hızla yolda ilerleyip eve yaklaşırken ben kararsız bir şekilde annemin numarasına bakıyordum. Eğer annemi ararsam ve ben senin kızınım dersem inanmazdı. Şoföre vazgeçtiğimi söylediğimde hemen sağa çekti ve arabayı durdurdu. Ücreti ödeyip dışarı çıktım.
Telefonu sağ elimin içine hafif hafif vurarak dümdüz yürümeye başladım. Ne yapmalıydım? O kadar kararsızdım ki.
Atılan mesaj ve duvarıma yazılan yazı durumun ne kadar vahim olduğunu gösterdiği halde hala daha kararsızdım. Polise gitmeyi düşünmeli miydim? Belki. Bir kez daha deli damgası yemeye hazır mıydım? Kesinlikle değildim.
Elimde titreyen telefonun ekranını yüzüme doğru çevirdim. Dışarıdan bu hareket ne kadar normal görünse de içimdeki savaş oldukça kritik haldeydi.
Ekrandaki ismi görünce olduğum yerde bir an duraksadım. İki aydır görüşmediğim Utkan beni arıyordu. Her zaman yaptığım gibi çağrısını meşgule attım ve yürümeme devam ettim. Bir yandan da acaba Utkan bana iyi gelebilir mi, diye düşünüyordum. Düşüncelerim kesinlikle zehirliydi ve ben bu zehrin içine batıyordum. Bir de uslanmak bilmiyordum.
Saçma düşüncelerim vardı ve kurtulamıyordum. Bu seferde aklımdaki düşünce tüm saçmalığıyla önüme serildi. Hayatımdaki yerimi düşünüyordum. Bu hayatı ben yaşamıyordum. Yaşadığım hayat dedemin kurduğu oyundu ve ben bu oyunun ana karakteriydim. Dedem her yön tuşuna bastığında olduğumu sandığım yönden sapıp başka yollara giriyordum. Dedem bıkmaz usanmaz bir şekilde oyunun tüm yön tuşlarına basmayı sürdürüyordu.
![](https://img.wattpad.com/cover/129153464-288-k453704.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SİZE NE?
Dla nastolatkówİnatçı. Duygusuz. Toplumun değer yargılarına karşı çıkmış, ahlaksız. Nedensizce; yalnızca insanların önyargıları yüzünden kendi içinde hapsolmuş. Belki en derinlerinizde; sizden birisi. Yalnızca insanların yargılamasından bıkmış ve ağzına bir cümle...