15

3.8K 371 81
                                    

Ten, Taeyong'un Johnny ile okuldan çıktığını gördü. Nereye gideceklerini biliyordu. Bunları nasıl biliyordu, sorgulamayın. Kızlar her zaman konuşmayı severler. Hele Johnny'nin sevgilisiyse ve Ten ile yakın arkadaşsa.. Kendi kendine bu kozuna gülümsedi. Koz da değildi ki, haberlerdi bu sadece, masumca haberler. Kendi gözüne bile kötü gözükmeye başlamıştı kendinden nefret etmemek için kandırıyordu anca. Kafası bu yazılar kadar karışıktı emin olun.

Taeyong ile uğraşmaktan geri kaldığı derslerini telafi amacıyla kütüphaneye gitmeye karar verdi. Tüm dikkatini dersine verecekti, nasıl olsa Taeyong dışardaydı. Evet aklı daha da çok onda kalabilirdi ama kendi arkadaşına da, Johnny'e de güvenirdi en azından.
Neyse, âşıklar deli olur.

Kütüphaneye girdi, bomboştu.
Haftasonu kampüsteki herkes geziyordu. Kendi de gezebilirdi ama her yerde zaten onu görürken pek mümkün olmazdı. Romantikliğin âlemi yok, derslerden kalacaktı besbelli!
Çantasını bir sıraya yerleştirdi, kütüphane görevlisi, saçlarına çoktan ak düşmüş ve ağır işiten adam, hangi kitabı istediğini sorunca ismi verdi.
Yaşlı adam yavaşça rafların arasında dolaştı. Yıllar gibi gelen o on dakika sonunda aradığı kitabı buldu ve kendinden uzun olan çocuğa uzattı.
Ten kitabı kurcalarken yaşlı adam oradan uzaklaştı. Ayakkabısının gıcırtısının azaldığını, adamın yavaşça uzaklaştığını duyuyordu. Kitap tozlu, çok arada bir raftan alınmıştı. Birazdan hapşıracaktı. Her taraf toz içindeydi resmen. Yeni kitap yok gibiydi, kütüphanenin sessizliği dışında hiçbir şeyi sevmemişti. Hatta kütüphane bile çok aradaydı. Normal günlerde bile birinin geldiğinden şüpheliydi kaldı ki tatilde, işte bomboştu. Öylesine bir anda hücum eden düşüncelerden sıyrılınca kitabın kapağını araladı.
Rafların önünde ayakta dikilmiş 'içindekiler' kısmını okuyordu ki aradığı konuyu bulabilsin. Gözlerini kitaptan ayırmadan yavaşça arkasını döndüğü ve rafa yaslandığı an bir kafa ile karşılaştı. Kitaptan gözlerini kaldırdı.

kızıl bir kafa.

Ne ayak sesi duymuştu ne de nefes. Ama tam karşısındaydı ve ona bakıyordu. Hem de çok pis şekilde.

Hem sanki bir salise gibi gelen hem de bir asır gibi gelen birkaç bakışma dakikasının ardından ilk hareket eden Taeyong oldu ve elini Ten'in saçlarında dolaştırmaya başladı. Ten sadece durmuş ona bakıyordu. İlk kez bu kadar yakından bir sanat eserine bakıyordu. Gözlerinin içine.
Taeyong ise onu inceliyordu. İçini okumaya çalışıyor gibiydi. Kim olduğunu, nasıl olduğunu bilmeye çalışıyor gibiydi. Onu anlamaya çalışıyordu. Belki de biraz sevmeye.
Saçlarını elledi.
Daha sonra kaşına indi.
Yanağına..
Yanağını iki parmağının tersiyle sevdi. Çok masumlardı. Gülümsediler sadece.
"hayalinde.. böyle miydi?" diye fısıldadı Taeyong.
Ten kafa salladı ve ufak hareketiyle bile yere yığılacakmış gibi hissettiğini anladı.
O an elinden kitap yere düştü ve rafa yaslandı.
Taeyong'un karşısında oluşu. Taeyong ile konuşuyor oluşu. Taeyong'un öylesine de olsa ona dokunuşu...
Taeyong ne ara onu bulmuştu? Ne ara yakınlaşmak istemişti? Kendinden nefret ettirdiğini sanmıştı oysaki. Ve Taeyong'un bugün dışarı çıktığını...
Öylece hareketsiz kalmış ve tek kelime edememişti. Sıcak bakışları ve gözlerinin içinin bile gülümseyişi çok tatlıydı, şu an tek istediği şey dayanma gücüydü yoksa oturup ağlayabilirdi. Nasıl böyle güzel olabiliyordu ki? Aklı almıyordu.
Ve hem baktıkça güzelleşiyordu, sürekli de bakası geliyordu. Nefessiz kalacaktı heyecanından.
Ama hiçbir şey yapmamışlardı. Taeyong henüz sadece X dövmesini görmüştü. Kütüphane her şey için uygunsuz kaçıyordu.

X • TaetenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin