Benim de bir yaram vardı. Ama bu öyle bir yara ki. Nasıl anlatsam, derime, derinlerime işlemişti sanki. Kurtulmak o kadar imkansız ve berbattı. Ben de kurtulma çabasında değildim hiç. Yaşıyordum ama o hep benim kolumdaydı. Bazen bacağıma yapışmış minik çocuğum gibiydi. Gülümserken burnun acır ya hani, öyleydi işte. Hep yanımda, göz kapaklarımdaydı. Bu öyle bir yaraydı ki, seviyordum. Her nefesin ardından seviyordum. Kördüm ben göremiyordum beni bitirdiğini, içten içe öldürdüğünü. İçim çürümüştü ve ben bunu fark edemiyordum öyle kör kütüktüm bu yarama ben.
Bir gün öldüğümü fark ederek uyandım. Yaram hala benimleydi, ama yara artık benim değildi. Benden geçmişti hatta beni terk etmişti. O an, işte o an eksik kaldım. Birkaç gün yaranın eksikliği ile gezdim. Sorun etmedim. Hala oradaydı. Hissediyordum ama bastırılması gereken çığlıkları vardı kalbimin. Bastırdım. İlk kez. Gözyaşlarım içime aktı, vücudum sular altında kaldı. Ama hala hayattaydım.
Ve bir gün uyandım. Biri yarama dokundu. Parmak ucuyla. Bir parmak ucu beni hayata döndürdü. Hayat eskisi kadar zor gelmemeye başladı sonra, şairlerin anlattığı kadar acı değildi artık.
İnsan en çok 17sinde ölmek istermiş. Bir kitapta okumuştum. Hayır, şimdi ben uydurdum. Ama yaram kapanmadı hala, derimin olmayan binlerce katman altından; kalbimden sesleniyor hala bana.
Yarama dokundular, o da görünmez oldu.