uzaklarda bir yerde seni bekledim. denizin ve gökyüzündeki mavinin aşık olunacak tonlarda olduğu bir yerde, gece sahilde, yalnız bir sigara yakıp ucunu göremediğim denizin orada oturdum seni bekledim. yan tarafta iki kişi oturuyordu ve minik bir radyo vardı ; güzel bir şarkı aheste aheste çalıyordu. güzel bir şarkı, aheste aheste seni aklımla buluşturuyordu. seni unutmanın yolunu ararken, sana yakalanıyordum. güldüm, dönüp bana baktılar tıpkı tanınmaz bir yabani hayvana bakar gibi. ben onlara, yaştan parlayan gözlerimle el salladım. ben onlara tebessüm ettim. az kalsın yanlarına yanaşıp ” birbirinizi bırakmayın ” diyecektim ” bırakırsanız ruhunuzdan kelebekler uçar ” sonra da korkmalarını beklerdim, çünkü kimse ruhunun ölmesini istemezdi.
onları orada yalnız bıraktım, kendime sarıldım. kendime, sana sarılır gibi sarıldım. şarkı bitiyordu. ben seni düşünüyordum ; ” şimdi aklına geldim mi? ” bıraktım tamam, ” şimdi aklının ucuna geldim mi? ” , halime güldüm. oturup kendimi beklesem, sonsuz kere gelmezdim herhalde, dedim. sonsuz kere hıçkırdım içimden.
ayağa kalktım, çifte baktım. onlar buraya ait değildi. sahiller, yalnızlara aitti. sahiller, ruhuna ait olanlara aitti. aklıma bir şarkı çalındı ” yalnızlar nereye gider ” gibi sözleri vardı. yalnızlar işte buraya giderdi :
bir sahile, içinin kıyılarına, oradan da ütopyasına.