Oturdu ve sessizce düşünmeye başladı. Yalnızca ardında bıraktığı gün bile hayatın ne olduğunu fazlası ile gösteriyordu. Hayat fazla değildi. Hayatı kim, neden bu kadar büyütmüştü, onu kim kandırmıştı hayatın muhteşemliği ile öğrenmek istiyordu. Öğrenmek, göğsüne vurmak, ona bağırıp çağırmak istiyordu. Ellerini sıktığını fark etti o anda, son günlerde ne de fazla oluyordu bu hareket. Hatta geçenlerde ellerini kanatmıştı. O yaranın izi hala duruyorken yenisine gerek yok, diyerek doğruldu. Zaten yaraları fazlaydı, ruhu yaralıydı onun. Ruhu yırtılmıştı sanki. Tüm güzellikler gidiyordu o yırtıktan. Kendine acıdı bir an. Kazanmaya çalıştığı mutluluğu dakikalar içinde nasıl kaybettiğini hatırladı. Her şeyin ellerinden kayışını. Mutluluğun neden bu kadar zor olduğundan dem vurdu, ağzından değil ama aklından kötü kelimeler geçiyordu. Aklı hala oradaydı. Mutluluğu çalındıkça aklı yerine geliyordu sanki, mutsuzlaştıkça düşünüyorum, düşündükçe nefret ediyorum, dedi. Mutluluğun perdesi kalkınca görmüştü gerçekleri. Kendi içinde çelişiyor, boğazındaki düğümlerden kurtulmaya çalışıyor, çalıştıkça yoruluyordu. Dibe batıyordu. Sessizce sigarasını yaktı, derin bir nefes çekti. Gecenin karanlığını ruhunun derinliğine kattı. Ağladı.