Burnuma dolan muzlu krep kokusuyla uyanmak hayatımda belki de hiçbir zaman erişemeyeceğimi düşündüğüm türden bir olaydı. Üniversite okumak için evden uzaklaştığımdan beri lüksten de uzaklaşmış sayılırdım. İngiltere pek de ucuz kabul edeceğimiz türden bir ülke sayılmazdı ve ben de bir öğrenci olarak, ancak ihtiyaçlarımı karşılayabilecek şekilde yaşamaya çalışıyordum. Ailem yalnızca yurt paramı ödeme kısmını üstlenmişlerdi. Geriye kalan her şey tüm gerçekliğiyle bana aitti.
Yüzüstü yattığım yastıktan başımı kaldırdım. Bütün saç tellerim birbirine dolanmıştı, yüzümü kapatmıştı. Cildimde yastık izi kaldığına her türlü iddiasına vardım. Ellerimle onları yüzümden çekip parmaklarımın tarak görevi görmesini sağlayarak düğümleri açmaya çalıştım. Kısık sesle esnediğimde ağzımdaki o iğrenç tattan dolayı yüzümü buruşturdum. Yorganı üstümden resmen tekmeleyerek ayağa kalktım. Çıplak ayaklarımı ılık parke zeminle buluşturup odadan çıktım.
Harry salonda değildi, fakat evde olmamasının da imkanı yoktu. Bu kadar yoğun krep kokusunu hayaletlerin mutfaktaki becerileriyle duyumsuyor olmam mümkün değildi. Mutfaktan gelen tıkırtıları takip ettim.
Ve üstsüz, sadece eşofman altıyla ocağın başındaki Harry ile göz göze geldim.
"Oh..."
"Hiç uyanmayacaksın sanmıştım."
Gözlerimin fal taşı gibi açıldığına o kadar emindim ki... tam bir aptal gibi görünüyordum. Takındığım tavırlarla söylediğim sert sözler tamamiyle çelişiyordu. Yutkunup bakışlarımı çıplak gövdesinden gözlerine kaldırdım. Sanki ne yüzünden afalladığımı biliyormuş ve bu çok sık olurmuş gibi oldukça normal karşılayan bir ifadeyle beni süzüyordu. Çarpık gülümsemesi şimdiden benim için bilindik sayılırdı bile. Başını eğip ocağın altını kapattı. Son pişirdiği son ufak krep parçasını tabağın birine yerleştirdiğinde nutkum tutulmuş gibi Harry'i seyrediyordum.
Ki bu normal değildi.
Benim için normal değildi.
Pijama üstümün yenlerini avuçlarıma kadar neredeyse sündürerek çektiğimde Harry ile yeniden göz göze geldim. Bu durumu... garipsediğimi anlamış gibi hınzır bir gülümseme takındı.
"Daha önce hiç üstü çıplak dolaşan bir erkek görmedin mi?"
Genzimi temizledim. Dövmelerine bakmayı kesip direkt gözlerinin içine bakmaya kendimi zorladım. Clara ilk defa bir şey söyleyip nokta atışı yapmıştı. Bu da beni şaşırtan bir diğer şeydi.
"Diş fırçasına ihtiyacım var." diye mırıldandım. Sesim titrediğinde Harry'nin dudaklarındaki gülümseme genişledi. Sanki sıklıkla beni köşeye sıkıştırmış olma durumundan keyif alıyordu. Ve bu çok sinir bozucuydu. Bununla ilgilenmeyecek bir tip olduğunu zannediyordum. Muhtemelen onunla bu yemekte tanışmasaydım ve dışarıdan öylesine geçerken görseydim, yakışıklı olduğunu kabul ettiğim kadar soğuk göründüğünü de söylerdim.
Ama şimdi bunu yapamıyordum.
Başını yavaşça salladı. "Evet, kadınların bunu gördüklerinde istedikleri şey genelde diş fırçası olmuyor."
"Kendini övmeden beş saniye bile geçiremiyorsun değil mi? Bu artık hastalık boyutuna erişmiş sende."
"Ne yani?" kaşlarını hayretle havaya kaldırdı. "Az önce gözlerin üzerimde dolaşırken sen de bunu yapmadın mı?"
Ağzının ortasına iki tane patlatmak istiyordum. Hatta istiyordum demek bile az kalırdı, bu arzuyla dolup taşıyordum resmen. Ama dün gece sokakta kalmama ya da bir gece için güvenilir olan otelin birine tahmin edemeyeceğim miktarda paralar bayılmama engel olarak hayatımı kurtarmış sayılırdı. Bu yüzden riyakarlık yapmak istemiyordum. Sonuçta beni bu kadar iyi ağırlamak zorunda değildi. O... eminim ki sadece kibarlık yapmaya çalışıyordu. Ve biz birbirimizi bir daha görmeyecektik. Bu yüzden kötü ayrılmanın da bir manası yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
From The Dining Table || styles
FanfictionBelki bir gün beni ararsın ve bana senin de üzgün olduğunu söylersin.