Harry'nin dünya edebiyatı dersimin öğretim üyelerinden biri olduğunu öğreneli ve derslerine katılmaya başlayalı iki hafta olmuştu. Koskoca bir iki hafta boyunca resmen sürünerek derslerine katılım göstermek zorunda kalmıştım. Bu benim için neredeyse bir ölümdü. Hiçbir şey olmamış gibi davranmanın en uygun karar olacağının farkına vardığımda, bunun bir nebze olsun kolay olacağını düşünmüştüm.
Oysaki bu hiç de mümkün değilmiş. Düşüncelerimde ve bunu atlatmanın kolay olacağına dair içimde oluşan hisse güvenmekle hata etmiştim. Çünkü neredeyse iki haftadır, sınıftaki bazı erkekler de dahil olmak üzere çeneleri amfi sırasına düşene dek Harry'i hayranlıkla seyrederken, ben onun gözlerinin içine bakamıyordum. Kafamı önümdeki defterimden ya da kitabımdan kaldırmıyor, sürekli bir şeyleri not alıyormuşum gibi davranıyordum. Bazen can sıkıntısından uyuklayacak gibi oluyordum ama bu hemen Clara'nın beni dirseğiyle dürtüklemesinden son buluyordu.
Bunların normal hissettirmesi gerekiyordu, en az benim öğrendiğim ilk günde aşırı tepki vermemem gerektiği gibi. O gün gerçekten çileden çıkmak deyiminin vücut bulmuş haline bürünmüştüm. Sinirimi ne Harry'den ne de Clara'dan çıkarabilmiştim. Bu yüzden yurt odamı baştan aşağı dağıttıktan sonra her şeyi aldığım yere daha temiz ve de özenli olacak şekilde tekrar bırakmıştım. Sonra ödevlerle, tezlerle boğulmaya çalışmıştım ama gerçekten, yalnızca aralarında boğulduğumla kalmıştım. Tez biraz bekleyecek gibi görünüyordu ama ödevleri o kafa karışıklığı arasında bitirene dek canım çıkmıştı.
Tuhaf olan da buydu işte. Aklımı bir türlü toplayamıyordum. Kendi bildiğim Amber gibi davranamıyordum ve herkes de aslında bunun farkındaydı. Ne kadar kendim dışında herkes gibi davrandığımın, yani.
Beni daha adam akıllı tanımayan Harry bile.
Benim aramızda hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmak istememe de saygı gösteriyor gibi görünüyordu. Atlattığımız şu iki hafta içerisinde benimle katiyen konuşmamıştı, yoluma çıkmamıştı veya dersleri anlatırken tuhaf imalarda bulunmamıştı. Yani bana sadece amfide oturan diğer tüm öğrencilerinden sadece bir tanesiymişim gibi davranıyordu. Tanımıyormuş gibi.
Ama gözleri için aynı şeyleri söylemem mümkün değildi.
Yanlışlıkla bir göz göze gelelim, çıldıracak gibi oluyordum. Sanki dudaklarından dökülmesi gereken bütün o sözcükler parlak yemyeşil gözlerine yansımanın bir yolunu bulmuştu. Kalbimin sınırlarını gerçekten zorluyordu. Ki bunun böyle olacağını zaten biliyordu. Odasındayken bana neler olacağını çok net bir şekilde ifade etmişti. Alenen veya direkt olmasında bir fark gözetmeksizin, ona aşık olmadan durmamın mümkün olmadığını söylemişti. Benim de bunu en az kendisi kadar çok iyi bildiğimi ve bundan korktuğumu da dile getirmişti.
Ben mi tüm duygularımı dışarıya vurarak hareket eden bir insandım yoksa Harry'nin insanları okumakta usta bir yeteneği mi vardı bilmiyordum. İkisinden biri olduğu kesindi ama.
Clara genzini temizleyerek dirseğiyle beni dürttüğünde, başımı hayali bir şekilde iki yana sallayarak irkildim. Parmaklarım arasında dakikalardır çevirerek hayaller alemine daldığım dünyadamdan uzaklaştığımda, gözlerim direkt Harry'i buldu. Sanki öyle olması gerekiyormuş gibi başımı her kaldırdığımda onunla göz göze gelmek bana çok zor geliyordu. Bir şeyler yanlış mıydı yoksa olması gereken düzen bu muydu bilmiyordum.
"Sen ne düşünüyorsun Amber?"
Ve evet, beklenen an.
Amfideki herkesin soluğunu tutup gözlerini bana çevirdiğini hissettim. En başta da yanımda çekingen gözleriyle Harry ile benim aramda tutturduğu rotaya sadık kalan Clara'nın...
![](https://img.wattpad.com/cover/148689750-288-k68907.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
From The Dining Table || styles
FanfictionBelki bir gün beni ararsın ve bana senin de üzgün olduğunu söylersin.