Gerçekten onunla Londra'nın bu soğuğuna rağmen düğün yapmaktan asla vazgeçmemiş bir çiftin düğününe gidiyor olduğuma inanamıyordum.
Hemen yan tarafımdaki sürücü koltuğunda sessizliğine bürünmüş ama bana her zamanki hınzır gülümselerinden göndermeyi ihmal etmeyen bir ifadeyle oturuyordu. Kolunu arabanın camının kenarına yaslarken, diğer eli olabildiğinin en serbest haliyle direksiyonu kavramıştı. Böyle umursamaz bir tavırla direksiyonu tutarken nasıl bu kadar düzgünce arabayı kullanabiliyor olduğunu anlamamıştım.
Ama anlamadığım en büyük nokta, asla rahat etmeyeceğimi bilmeme rağmen neden stiletto giymek gibi bir aptallığı bile bile yaptığımdı. Önümüzdeki üç gün boyunca topuk ağrıları çekecek olduğumu biliyordum. Bu elbisenin altına on yedi yaşımdan kalma kırmızı Converse ayakkabılarımı giydiğim görülmeyecek olsa yemin ederim hiç beklemez, hemen giyerdim.
Topuklu ayakkabı benim için işkenceydi.
Clara içinse oldukça tutkulu ve alışverişe çıkıldığında önemsenerek, üzerinde ince eleyip sık dokunulması gereken bir meseleydi.
Harry, yeşil gözlerini trafikten çevirip bana baktı. Kırmızı ışığa denk geldiğimiz için doksan dokuz saniye boyunca diğer arabalarla birlikte yeşil ışığın yanmasını beklemek zorundaydık. Banyo yaptıktan sonra kurutup düzgünce düzleştirdiğim saçlarımı gözümün önünden çekerken, onunla rastgele göz göze gelmişiz gibi umursamaz davranmaya çalıştım. Oysaki... bu hiç de rastgele gerçekleşmiş bir bakışma değildi. Arabaya bindiğimizden beri göz ucuyla da olsa onu seyrediyordum.
Simsiyah bir takım elbise giymişti, ayakkabılarından takımının içine giydiği gömleğine kadar. Sanki spor giyindiği zamanlarda, hatta pijamalarıyla bile yeterince nefes kesici gözüktüğü yetmiyormuş gibi bir de onu bu denli özenle giyinmişken görmek, ona olan hislerimi durdurmaya çalışmamda artık beni zorluyordu.
"Eğer istersen sadece bir saat kadar oturup kalkabiliriz," dedi. Bakışlarında hem bir ciddiyet hem de anlayış dolu, yumuşak bir ifade vardı bu kez.
"Hayır, hayır elbette. Ne kadar kalmamız gerekiyorsa o kadar kalalım lütfen."
"Ama biraz gergin görünüyorsun."
Yüzümü buruşturduktan sonra gülümsedim. "Ayakkabılar... sıkıyor sadece."
"Belki de seni Logan'ın nişanlısının bekarlığa veda partisine götürmeliydim," dedi gülümserken.
Kaşlarımı çattım. Düğünden daha önceden haberim olmadığı gibi, bekarlığa veda partisinden de haberim olmamıştı doğal olarak. Harry'nin bu buz görünüşünün arkasında sosyal bir adamın yattığı izlenimini almak güçtü. Tek görüştüğü arkadaşının Damon olduğunu sanıyordum. Ben ve Clara'nın aramızda sahip olduğumuz ilişkisinin aynısından Harry ve Damon'ın da sahip olduğunu düşünmüştüm. Fakat söylediğine göre Logan ile olan arkadaşlığı çok daha uzun bir geçmişi kapsıyordu.
"Bekarlığa veda partisine mi gittin?"
"Evet, Tiger Tiger London'da."
Başımı iki yana sallarken alaycı bir şekilde gülümsedim. "Seni içerken düşünemiyorum, gerçekten."
"İçtim, bayağı içtim hatta. Ertesi gün de gelip sizin sınıfa ders anlattım. Bir kişi bile fark etti mi?"
Ellerimi bilmiyorum der gibi havaya kaldırıp göz temasımızı bozdum. İçmeyi, eğlenmeyi yakıştırmadığımdan falan değildi. Onu çoğu zaman hınzır buluyor olmama rağmen nedense bunu hayal etmekte zorlanmıştım yalnızca. Tüm mesele... buydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
From The Dining Table || styles
FanfictionBelki bir gün beni ararsın ve bana senin de üzgün olduğunu söylersin.