Harry'nin gözlerinin içine inanamadığımı belli edercesine bakarken, o karşımda hınzır ama bir o kadar da ciddi bir ifadeyle dikiliyordu.
Öncelikle... onu yurt odama almam iyi bir fikir değildi. Tuhaf oda arkadaşımın yokluğunu biraz da kullanmış olmuştum. Harry'i buraya yurt mutfağının arka kapısından, genelde malzeme taşıdıkları asansöre bindirerek çıkartmıştım. 'Genç olmak güzelmiş,' demişti. Oysaki sadece yirmi sekiz yaşındaydı. Kendini neden yetmişlerinde bir ihtiyar gibi görerek gençliğini özlermiş gibi bir tavır takındığını anlamamıştım.
Fakat şu anda en küçük problemimiz, Harry'nin yaş sendromuydu.
Beni arkadaşının düğününe davet etmişti. Hem de yalnızca üç saat sonra yapılacak olan düğüne.
"Seni öldürürüm," dedim suratına dik dik bakarken. Bana emrivaki yapılmasından nefret ettiğimi bile bile yine de yapıyor olmasına katlanamıyordum. Ders çalıştığım masaya kalçasını yaslamış, kollarını göğsünde birleştirerek kıkırdıyordu.
"Harry!"
"Ne? Bir ay öncesinden söyleseydim kuaföre gidip saç provası mı yaptıracaktın?"
Yatağımda duran yastıklardan birini alıp suratına fırlattım. Nasıl oluyordu da bir anda ona bakarken içimde bir şeyler çöl sıcaklarına kapılarak erirken birdenbire yok olup da buz kesiyordu bilmiyordum. Bildiğim tek şey sinirlerimi tepeme tepeme çıkartmakta Clara'yı bile solladığıydı. Böyle bir insanla tanışacağımı ve gerçekten hayatımda bir yer edinmeye başlayacağını tahmin edebilmiş olsaydım olacaklara kendimi hazırlamayı tercih ederdim açıkçası.
"Emrivakiden nefret ediyorum."
"Biraz açılırsın Amber," dedi başını hafifçe sola doğru yatırarak. "Clara'dan başka gerçek bir insan yüzü görmüş olursun."
"Ne hoş, kendini insandan saymıyor oluşunu sevdim."
"Hayır, ayrı olarak Clara'yı söyledim çünkü onu kendimle bir tutmuyorum. Biz... mutlaka birbirimizi görüyoruz sonuçta."
Söylediklerinin üzerimde bıraktığı etki, kavurucu yaz sıcağının arka planda olduğu bir kumsalda ılık bir rüzgarın tenimin üstünden kayıp geçmesiyle neredeyse aynıydı. Kirpiklerimi kırpıştırarak ne az ne de çok diyebileceğimiz bir mesafeden onu seyrederken heyecandan avuçlarımın terlemeye başladığını hissettim. Harry'nin yeşilin en güzel tonlarının karışıp oluşturduğu gözleri benimkiler arasında mekik dokurken, onların daha önceden hiç bu kadar bariz bir şekilde parlamadıklarını fark ettim.
Harry'e dair her şey giderek yoğunlaşıp, koyulaşıyordu sanki. Bu çok can alıcı bir oyunun seviyelerine benziyordu. Onunla tanışmanın kolay olduğunu söyleyemezdim ama temelden baktığımızda, gözlerimizin konuştuğu bu anla kıyaslanınca son derece kolay olduğu barizdi. Aramızdaki bağ seviyeler kat ederek yol alırken geçen her anımızda biraz daha... zorlaştığını hissedebiliyordum.
Bu duygulara yön vermek zordu mesela. İlk başlarda kafamın içine girip benimle oynamasına engel olabiliyordum. Ödevlerimi düzgünce bitirebiliyordum. Okumalarımı yapmam gereken haliyle tamamlayabiliyordum. Yemek yeme düzenim bile olması gereken halindeydi. Ama Harry ile aramızdaki olay giderek kuvvetli bir bağ kazanma yolunda ilerledikçe lokmalarım ağzımın içinde çiğnerken küçülmesi gerektiği yerde büyüyordu sanki.
Zor bir adam olduğundan değildi. Yani... belki de bana olan duygularını tüm açıklığıyla bildiğimden dolayı bana zormuş gibi gelmiyordu. Fakat bana hissettirdikleriyle başa çıkabilmenin bir yolu yokmuş gibiydi.
![](https://img.wattpad.com/cover/148689750-288-k68907.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
From The Dining Table || styles
Fiksi PenggemarBelki bir gün beni ararsın ve bana senin de üzgün olduğunu söylersin.