Lana Del Rey: God Knows I Tried
Kafamı kaldırıp ona baktığımda gördüğüm tek şey hayal kırıklığıydı. Annemin dersten kaldığımı söylediğimdeki hali gibi, babama beyzbol oynayamadığımı söylediğim, müzik öğretmenimin yüksek notaya çıkamadığımı söylediğimdeki gibi. Ama hiçbirisinin bu kadar acıttığını hatırlamıyorum.
"Bana.." bakışlarımı tekrar ondan çektim.
"Bana iyi gelmiyorsun."
Sokağı çatlak kahkaha sesi doldurduğunda da bakmadım.
"Senin.. senin farklı olduğunu düşünmüştüm. Korkmadığını düşünmüştüm."
"Ama sen.. korkağın tekiymişsin."
Hızla gittiğinde bir şey yapamadım. Hava kararmıştı. Changbin gitmişti. Ellerim boştu. Sanırım ağlıyordum. Kafamın için de Lana Del Rey çalıyordu. Ellerim boştu ve ben ağlıyordum.
____________________Elinde sadece hayalleri olan birisini kimse anlayamazdı. Sadece hayallerinde gerçekten mutlu olan, hayallerinde yaşayan birini. İki gündür okulda ölü gibi geziyordum. Jisung bile benimle uğraşmaya cesaret etmiyordu. Ya da Minho ne olduğunu sormuyordu. Sadece susuyorlardı. Okuldan sonraki antremanlara Changbin gelmiyordu. Takımdan çıkmıştı. Beni görmeye bile tahâmül edemiyordu. Onun için bir hayal kırıklığıydım. Korkaktım.
Sağlıklı düşüncelerim yoktu. İyi birisi kesinlikle değildim. Bencildim ama kim sütten doğmuş ak kaşıktı ki? Ne evde ne de okulda uyuyamıyordum. Bu da kırmızı gözler mor göz altlarıyla gezmeme neden oluyordu. Gözlerim kızardığı için çillerim daha da belirgindi ve herkes onlara bakıyormuş gibi hissediyordum.
Her şey çok kötü geliyordu ve benim tek yaptığım şey hayatıma sıçmaya devam etmekti. Benden çok daha zor durumda olan insanları düşünüp kendimi daha kötü hissetmemde kesinlikle hiç yardımcı olmuyordu. Öğle yemeğimi yemeyeceğimi anladığımda geri yaslandım. Diğer çocuklardanda kimse benimle konuşmaya çalışmıyordu. Bu kadar kötü bakmadığımı düşünüyordum ama umrumda da değildi.
Canım sıkıldığı için Gurur ve Önyargıyı çıkartıp okumaya devam ettim. Kitap aşırı sürükleyiciydi ve son iki gündür verdiğim en iyi karar bu kitaba başlama kararıydı. Kitabın konusu aslında basitti. Erkek gururlu kızda önyargılıydı. Sıradışı olup bu kitabı 200 yıllık bir hazine yapan ise işleniş tarzıydı. Anlatılışı, betimlenmesi o kadar iyiydi ki kitabı elime aldığımda bırakmak istemediğim nadir kitaplardandı. İngilizce ana dilim olduğu için orjinal halini okuyabiliyordum ve bu benim için çok ayrıcalıklı bir zevkti.
Öğle arası bittiğinde yukarı çıkmaya başladık. Jeongin yanımda bir şarkı mırıldanıyordu beni rahatsız etmekten çok rahatlatıyordu. Sınıfın kapısının yanında Changbin'i gördüm. Bir kızla yiyişiyordu. Kız olsaydım şimdi ağlayarak kaçmam gerekiyordu değil mi? Ama ben sadece kapıyı kopartıp kafalarına atmak istiyordum.
Sonunda kafasını kaldırabildiğinde tam da yanından geçmek üzereydim. Ona bakmasamda bana baktığına emindim. Şu an kafasını kopartmak istiyordum. Bana onca şey söyleyip beni bu hale getirdikten sonra kızlarla yiyişebiliyordu. Her ne kadar bunların olmasına aslında ben sebep olsamda şu an pek öz eleştiri yapacak bir ruh halinde değildim. Muntemelen sinirden yanaklarım kızarmıştı ve çillerimin yandığını hissediyordum.
İçeri girip kitabımı okumaya devam edecektim. Ve gerçekten bunu umursamayacaktım. Böyle olmasını ben isetimiştim sonucuna katlanamam gerekiyordu. Ama tanrı aşkına?! Sınıfımın önünde öpüşmek neydi?!!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Little -CHANGLIX-
FanfictionFelix~ Bu bir aşk hikayesi değildi. Bu Changbinin nasıl kalbime girip içinde ergenliği dahil bütün duygu karmaşalarını yaşadığı bir hikayeydi. Ya da öyle değildi ve ben şu an ağzına sıçmak istediğim için böyle düşünüyordum. Her iki şekilde de kalbim...