The Weeknd: In The Night
Aslında her şey normaldi. Her şeyiyle normal bir hafta sonu sabahıydı. Uyanıp gözlerimi açmadan ve her şey kafama dolmadan önce hafta sonunda günlük çalışma saatime ek geometri mi yoksa matematik mi çalışsam diye düşünüyordum. Tabii bu düşüncelerim hızla dün geceyi hatırlamamla bölündü. Hızla gözlerimi açıp kafamı yan tarafa çevirdiğimde uyuyordu. Saçlarımı karıştırıp üstümdeki kolunu çekip doğruldum. Sessiz olmaya çalışarak ilk önce yüzümü yıkadım daha sonrada dişlerimi fırçaladım. Dağalmış saçlarımı düzeltikten sonra geri döndüğümde uyanmıştı. Doğrulmuş anlını ovuyordu.
"Uyanmayacağını düşünmeye başlamıştım."
Şaşkınlıkla gözleri bana çevrildiğinde iki saniye sonra çok daha büyük bir şaşkınlık ifadesi yüzüne oturdu. Hatırlaması güzeldi.
"Ben.."
"Duymak istediğimi sanmıyorum. Kahvaltı yaptıktan sonra gidersin. Şimdi sen yüzünü yıka, daha sonra aşağıya inersin."
Şaşkınlıkla bana baktığında odadan çıkıp mutfağa indim. Annem işteydi, babamda muhtemelen işe gitmediyse koşuya çıkmıştır. Babam bir derginin editörlüğünü yapıyordu. Çoğunlukla evde ve bilgisiyar başındaydı. O gelene kadar kahvaltıyı hazırlayabilirdim. Ben pirinç hazırlarken merdivenlerden iniyordu. Arkamda kalan sandalyelerden birisine oturduğunu duydum. Dün gece onu eve sessizce sokarken sabah ne olacağı hiç aklıma gelmemişti.
"Konuşmak istemediğini biliyorum ama ben özür dilerim. Dün gece için yani."
"Umarım bundan sonra içki içmezsin."
Cevap vermediğinde ortamda çok sinir bozucu bir sessizlik oluştu. Sadece pirinç makinesinin çıkarttığı sesler duyuluyordu.
"Ben gitsem daha iyi olacak. Babanın karşısına bu halde çıkmak istemiyorum."
Ona döndüğümde bana bakmak yerine ellerine bakıyordu. Pişman olduğunu, her şeyi çok daha zorlaştırdığını farkettiğini görebiliyordum.
"Nasıl istersen."
Kapıya doğru ilerlediğinde peşinden gittim. Dışarı çıkıp bana döndü.
"Ben dün gece beni orada bırakmadığın ve diğer şeyler için teşekkür ederim. Bir daha başına bela olmayacağım."
Sadece kafamı salladığımda arkasına bakmadan gitti. Gitme diyemedim. Sadece izledim.
____________________
Hafta sonunu ders çalışmaya ve Changbin'i düşünmemeye çalışarak geçirdikten sonra pazartesi günü yine ölü gibiydim. Uykum vardı, Jisung bugün yoktu, (sinirimi çıkaramayacaktım)en kötüsü ise akşam üstü bir de antremanın olmasıydı. Bugün ders çalışmaya falan uğraşmayacaktım. Direk uyumak istiyordum.
"Jisung neden gelmedi?"
"Yoksa.."
"Evet gerizekalı düşündüğün şey ama bağırma. Herkesin bilmesine gerek yok."
"Aman tanrım! Sonunda be! Son-"
Kafama bir tane geçirip sözümü kesti.
"Bağırma dediğimde ne anladın?"
Homurdanıp önüme döndüm ve Jisung'a mesaj attım. Bana fotoğraf yollayacaktı.
"Sen niye geldin ki? Evde sevgiline baksana. Öküz müsün?"
Gözlerini devirdiğinde Jeongin yanımıza gelmişti.
"Felix niye ölü gibi gezmesine rağmen sırıtıyor?"
"Sence?"
"Ne?! Yoksa-"
"Evet, Jeongin evet. Sende bağır herkes duysun. Bir tek öğretmenler duymadı zaten."
Ben gülmeye başlarken ikimizede ölümcül bakışlar atıyordu.
"Sen niye geldin ki? Yanında kalsaydın."
Jeonginde sorduğunda yüzü düştü. Komik bir şey geleceğini hissediyordum.
"Sabah trib attıp, evden kovdu."
"Neden?"
"Şimdi Yu Jin bana mesaj atmış. 'Bugün buluşalım mı?' Diye. Kızla doğru düzgün konuşmuşluğumuz yok. Bu ne cesaret onu da anlamadım. Her neyse işte Jisung bunu benden önce gördü delirdi tabii. Kalçasıda acıdığı için sabah en son bana kumanda atıyordu."
Gülmemek için değişik bir ses çıkarttığımda Minho, Jeongin ve beni kovaladı. Kim bilir kaç tur attılar bu çocuk hala daha nasıl koşuyordu? Sonunda ikimizi de yakalayıp kıçımıza bir tane geçirdi ve kendini çimlere attı. Sadece bunu yapmak için bu kadar koşması onun sorunuydu. Ben de çimlere uzanıp gökyüzüne bakmaya başladım. Hava güneşliydi, hafif bir meltem vardı ve kendimi filmlerde gibi hissediyordum. Her an bir yerlerden Jackie Chan çıkabilirdi ve kendisi en samimi bulduğum oyunculardandı. Çok severdim, çok da saygı duyardım.
"Kalkın, gidelim ders başlayacak şimdi."
Jeongin yavaşça kalktıktan sonra ikimizinde kalkmasına yardım etti. Derse girmek yerine çimlerin üzerinde uyumak istiyordum. Hafif bir meltem eserken, güneş yüzümü okşarken uyumak istiyordum.
"Ben gelmiyorum."
"Ne demek gelmiyorum?"
"Gelmiyorum ne demekse o demek Jeongin. Derse girmeyip uyuyacağım öğle arasında yanıma gelip beni kaldırırsınız. "
Sadece omuz silkip yürümeye başladıklarında sırtımdaki ceketi katlayıp başımın altına gelecek şekilde koydum. Gözlerimi kapattığımda uyumam çok bir zaman almamıştı.
___________________
Hep merak etmişimdir; acaba gerçekten bir gün dünyada savaş bitecek mi, çocuklar çokcukluklarını yaşayabilcek mi, herkes aynı şartlarda değerlendirilip, yaşayacak mı diye. Dünya güzel bir yer kesinlikle değildi. Her gün onlarca kadının öldüğü, çocukların taciz edilip öldürüldüğü, güçlünün güçsüzü ezdiği, paranın her şey olduğu ve insanlığın kalmadığı bir dünya. Kesinlikle adil ve güzel değildi.
Arada gerçekten güzel şeyler oluyordu. Hayvanların kurtarıldığı, korunmaya alındığı zamanlarda vardı. Her şeyin para olmadığı, insanlık hala daha ölmemiş dedirten türden. Einstein'ında dediği gibi; 'karanlık diye bir şey yoktur, karanlık sadece ışığın olmamasıdır.' Belki gerçekten de kötülük yoktur, kötülük iyiliğin olmamasıdır. Belki iyilik ya da kötülükte yoktur. Sadece gerçeklik vardır. Konu gittikçe derinleşiyordu çünkü son zamanlarda bilim insanları gerçekliğin olmayabileceğini her şeyin bir simülasyon olabileceğini söylemişti.
Eğer gerçeklik yoksa ve bütün bunlar bir simülasyonsa ne yapardınız? Gerçekten ne yapardınız? Ben şu anda yapmak istediğim gibi uyurdum sanırım.
'Sikeyim simülasyonu da gerçekliğide beynim eridi düşünürken..' der ve her zaman yaptığım gibi yüz üstü uyurdum.Şu an yapmak istediğim ikinci şeyde telefonumu duvara çarpmaktı. Tekrar tekrar kapatsamda çalmaya devam ediyordu. En sonunda dayanamayıp telefonu açıp karşımdaki 'alo' bile diyemeden bağırmaya başladım.
"Uyuyorum lanet olası! Uyumaya çalışıyorum ve her kimsen kesinlinke umrunda değil!! Eğer bir daha ararsan o telefonu kıçına sokarım!"
Telefonu sehpaya geri koyduğumda hala daha uyuyabilirdim. Uykum o kadar da dağılmamıştı. Nefes alırken bir verirken iki, bir iki, bir iki b-
"Artık elimden kimse seni kurtaramaz."
Sakin olmaya çalışarak telefonu elime aldım. Şu an sakinleşmek için bırak ona kada saymayı bütün doğal sayıları saymam gerekiyordu. Tanıdık gelmeyen numarayı hızla cevapladığımda onun aramasını beklemiyordum.
"Alo?"
"Felix?"
"Jackson?"
Bir daha şu zamanda bölüm gelecek falan demeyeceğim. Çünkü sorun çıkıyor ve ben atamıyorum. Ama bu hafta bitmeden bir tane daha gelebilir. Söz vermiyorum.. umarım beğenmişsinizdir ve çok kızmamışsınızdır. Sizi seviyorummm💜💜💜
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Little -CHANGLIX-
FanfictionFelix~ Bu bir aşk hikayesi değildi. Bu Changbinin nasıl kalbime girip içinde ergenliği dahil bütün duygu karmaşalarını yaşadığı bir hikayeydi. Ya da öyle değildi ve ben şu an ağzına sıçmak istediğim için böyle düşünüyordum. Her iki şekilde de kalbim...