Annem ve babam buraya geliyorlar. Konuşacaklarmış
2 kelime.
Anne ve baba.
Bazıları için birer anlam ifade etse de bazılarımız için, duyduğunda içlerinde bir yerleri kanatan türden bir etkisi olan basit kelimeler. Tabii basit olması o iki kısımda incelediğimiz insanlara göre değişir. Bazıları için anne çiçek demektir, bazıları içinse kan. Bazıları için baba çınar ağacı demekse, bazıları için kazık. Ben hep o bazıları oldum. Annem kan, babam kazık oldu hep. Annemi kustum, babam beni öldürmek istercesine kalbime saplandı. Diğerleri gibi bir çiçek misali koklamadım annemi ya da babamın gölgesinde, kollarının altında olmadım. Ben hep yalnızdım. Ben aile bakımından hep yalnızdım. Hiç olmadılar ve bu saatten sonra da olmamalıydılar.
19 yaşında diğer yarısını bulan bir çocuk ve az sonra diğer yarısı elinden alınacak olan çocuk. Aynı kişiydi bunlar. Ben. Karşı çıkamazdım onlara. Çünkü gücüm yoktu. Dışarıdan ne kadar güçlü gözüksem de 5 yaşındaki bir çocukla aynı kırılganlıkta idim. Belki zayıftım. Belkisi fazla, öyleydim.
Ellerim başımın arasında, tek kişilik mor yastıkları olan turuncu koltuğumda oturuyordum. Beynimin uğuldaması biraz geçerse kafamı kaldırıp etrafa bakardım.Burak, anne ve babanın geleceğini söylediğinde Asrın ve Amor gitmişti. Göndermiştim. Çünkü kan ve kazıkla tanışmalarını istemiyordum aşk ve sevginin. Bana karşı olan tutumlarını görmelerini istemiyordum. Kim isterdi ki sevgilisi ve en yakının karşısında bir piç gibi muamele görmeyi. İstemezdim. Burak ile tanıştığım için azar yiyecek, onunla bir fotoğraf çektirdim diye ceza verilecekti. Kendi hesabımda onun adını paylaştım diye demediklerini bırakmayacaklardı.
''Kaldır artık kafanı, sana kötü davranmayacaklar'' dedi Burak tam karşımdaki mor yastıklı turuncu koltuğa otururken.
''Ne biliyorsun ki? Ben İnstagram denen sikik uygulamada adımı 'Aleph Mena' yaptım diye iki gece sokakta yattığımı biliyorum. Defterlerime o sikik soy adı yazmaya korkuyordum lan ben. Her sene öğretmenlere soy adımı söylemediğimde beni piç sanarlardı. Benden sakladıkları sevgili oğulları beni buldu, nefret ettikleri oğullarıyla tanıştı. Kim bilir şimdi cezam ne olacak? Şimdi söyle bana, sen ne biliyorsun?'' Nefretimi kusuyordum.Belki yanlış kişiye karşı yapıyordum ama yapıyordum işte. Yıllardır içimde tuttuklarım bir sel misali akıp gidiyordu. İçimdeki ses 'yanlış kişi' diye feryat figan ağlarken, ben sadece kusmuştum.
''Bunların hiçbirini bilmediğimi biliyorsun değil mi? Senden haberim olmadığını söylemiştim Aleph''
''Doğru. Söyledin. Beni bulman için benim tecavüze uğramam gerekiyordu.'' dediğimde son atışımı yapmıştım. İçimdeki şeytan beni ele geçiriyordu sanki. Ve kolayı buymuş gibi bırakmıştım kendimi.
''Lütfen, sus.'' dedi sağ gözünden akan yaşı, yumruk haline gelmiş elleriyle silerken. İçimdeki şeytan yerini ağlak bir bebeğe bırakırken sadece onu izliyordum. Annesine benziyordu. Huyu çekmesin diye fısıldadı gitmekte olan şeytan. Son kozunu oynamıştı lakin ben uyanmıştım. 3 gündür geçmeyen, başımdaki o lanet olasıca ağrıyı umursamayıp ayağa kalktım. Tam karşısında durup sol elimle kendime çektim onu. Ayağa kalktığında burnu yerini biliyormuşçasına boynuna, ellerim sapıtmadan beline gitmişti. Ait olduğun yer dedi içimde konuşan o ses. Diğer yanın...
''İçimde benden bağımsız birisi konuşuyor. Onu dinlemeyince kafamın içine bir bıçak darbesi sallıyor ve ayakta duramıyorum. Özür dilerim. Senin suçun olmayan şeyleri söylediğim için. Gerçekten özür dilerim.'' dedim hala boynundayken. Ellerim istemsizce belini bir sıkıyor, birde gevşetiyordu. İyi değilsin.
''Özür dilenecek bir şey yok kardeşim. Gerçekten yok.'' dediğinde ondan ayrılıp gözlerinin içine baktım. Gözler yalan söylemezdi. Oda söylemiyordu. Gülüyordu gözleri. Ben gözlerine dalıp gittiğimde kapının zili beni kendime getirdi. ''Geldiler'' deyip bana baktığında kapıya yöneldim. Vestiyerin önünde zaten dağınık olan saçlarımı daha çok dağıtıp, turuncu sweatshirt'in şapkasını kafama geçirip yalancı bir gülümseme takınıp kabuslarımla karşılaşmak adına açtım kapıyı. Gayet ciddi bir şekilde bana bakarlerken annemin arkamdaki noktaya bakarken yüzündeki ciddiyetin an be an kaybolduğuna yemin edebilirdim. Arkama baktığımda Burak elleri cebinde omzuma yaslanıyordu. Dokunuşunu ona baktığımda fark etmiştim. Yüzümü tekrar anneme döndüğümde hala Burak'a bakarak gülümsüyordu. Boğazımda kalan yumruyu bir kaç yutmaya çalışsamda gitmiyordu. Tıpkı gözlerime dolan yaşlar gibi. Hiçbirine göstermeden sol elimle gözümden akan yaşı sildiğimde kapının önünden çekilip elimle içeriyi gösterdim. Konuşursam sesim titrerdi. Annem ile kısa bir an göz göze geldiğimde, gözlerindeki o soğukluk içimdeki ateşten yapılmış o şeytanı bile dondururdu. Salona geçtiklerinde oturmalarını bekledim ayakta. En uzaktaki köşeye oturmak için iyi bir plandı. İyi bir ev sahibi ol.
''Bir şey içer misiniz?'' diye sordum. Sesim titrememişti. Bu güzel bir şeydi. Çok...
''Hayır, sadece otur ve konuşalım biraz.'' dedi babam eliyle koltuklardan birini göstererek. Kafamdaki şapkayı düzeltip oturdum koltuğun birine.
''Bir açıklama bekliyorsunuz. Haklısınız tabii ama...'' diye söze başladı babam fakat annem onun sözünü kesip kendisi konuşmaya devam etmişti.
''aması yok. Burak'ın seninle görüşmesini istemedim. Olan bu. Açıklama falan yok'' dedi bacak bacak üzerine atarken. Babam ona sert olduğunu umduğu bir bakış atarken annem onu tiye bile almamıştı.
''Anne, Aleph ile görüşmeye devam edeceğimi biliyor olmalısın. Ha, eğer bilmiyorsan şu an öğrendin'' diye atladı lafa Burak. Onlarla konuşabiliyordu. Vay amınakoyim!
''Biliyorum oğlum. İnatçı bir çocuksun'' dedi annem gülümseyerek. Kafamın içinde 'oğlum' sesleri uğuldarken tek yapabildiğim baş parmaklarımla şakaklarıma ve gözlerime masaj yapabilmekti.
''Merak ediyorum da, size ne yaptım? Kendimi bildim bileli yalnızım. Bakıcılarım sayılmazsa tabi. Gerçekten merak ediyorum. Ne yaptığımı söyleyin. Yaramaz bir çocuk muydum? Çirkin miydim? Yeteneksiz miydim? Yaramaz değildim bir kere. Hep pek iyi alırdım öğretmenlerimden. Çirkin olabilirim belki. Yeteneksiz de sayılmam. Çok güzel çizim yapıyorum, futbol oynayabiliyorum, yemek yapabiliyorum. Bunlar beni sevmeniz için yeterli değil tabii ama, sadece sizden bir sebep istiyorum. Çok görmezseniz eğer, söyler misiniz?'' dedim. Onlar karşısında ilk defa bu kadar uzun bir cümle kurmuştum. 19 yıl sürmüştü belki ama olmuştu. Geç olması hiç olmamasından iyidir değil mi?
''Seni seviyoruz Aleph, ne saçmalıyors-'' babam sözlerini bitirmeden annem tamamlamıştı onu. Can yakıcı bir şekilde.
''Sevmem için bir sebep yok.'' babama dönüp konuştu bu sefer. ''Yalan söyleme ayrıca, sevmiyorum onu.'' dediğinde kafamdaki bıçak darbeleri artmış, ardı ardına saplanıyordu.
''Dürüstlük güzel şey Aras Bey.Kullanın arada. Sizede teşekkür ederim Asya Hanım.'' deyip kafamdaki ağrıları yok saymaya çalışarak gülümsedim. ''İlk sevilmeyişim değil''
''Duygu sömürüsü yapmana katlanamıyorum, biliyorsun değil mi?'' dedi annem bana iğneleyici bakışlarını atarken.
''Senin duygun var mı ki sömürüsünü yapayım?'' dedim bende ona aynı bakışlarımı atarken. ''Anne ve babaymış. Hah, dünyada milyonlarca anne ve babasız çocuk var. Biride benim. Çok koymuyor. Merak etmeyin.'' dedim ve ayaklandım. Mutfağa gidip ilaç içmem gerekiyordu. Yoksa yere kapaklanırdım. İlk bayılışım değildi bu ağrılardan dolayı. Biliyordum. Sonu kötüydü.
Başım hızla dönüyordu. Burak'ın sesini duyuyordum fakat hangi yönden geldiğini bilmiyordum. Yer ayaklarımın altından hızla çekildiğinde başımı sertçe turuncu koltuğuma çarptım. Burnumdan akan sıcak sıvıyı gözlerim kapalı olmasına rağmen hissediyordum. Daha iyi anlıyordum ki bu iki insanın söylediği her şey beni derinden etkiliyordu.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
se ve de a
ve de güle güle