Sude ile alakalı gördüğüm son rüyayı çok net hatırlayabiliyorum.
Meleğin teklifimi kabul ettiği gece görmüştüm.
Yine kendi evimdeydim.
Yataktan yavaşça kalkarak koridorda ilerledim.
Üzerimde kanlı bir tişört ve yırtık bir pantolon vardı.
Sude yine çocuktu.
Yanında küçük bir koyun ile merdivenlere oturmuştu.
Sudeye doğru yavaşça ilerledim ve yanına oturarak
"neden benim rüyalarıma girip duruyorsun ?" diye sordum. Kıkırdayarak "beni bulman için" dedi ve koyunu kucaklayıp koşarak aşağı kata koştu.
Merdivenin bazı parçaları yoktu. Yavaşça aşağı indim.
Bütün kapılar ve pencereler sonuna kadar açıktı.
İçeriye mor ve yeşil renkli bir ışık giriyordu.
Bütün camlar ve pencereler sallanıyordu.
Dışardan gelen rüzgar eşyaları uçuyor ve yerinden oynatıyordu.
Bir yandanda çok yüksek sesle ferdi Tayfur müzikleri çalıyordu.
Koşarak camdan dışarı baktım.
Ev havada duruyor gibiydi.
O sırada buzdolabının kapağı açıldı ve yiyecekler havaya uçmaya başladı.
Ön kapıya koştum.
Bahçede devasa büyüklükte bir havuz vardı.
Sude koyuna binmiş bir şekilde havuzun başında bekliyordu.
Hava iyice bozulmaya başlamıştı her yere şimşek çakıyordu.
Bağırarak "ne yapıyorsun orada hemen buraya gel" dedim.
Sude gülerek
"senin gelmen gerek bilmiyor musun" dedi.
Yavaşca sudeye doğru yürümeye başladım.
Sudeye yaklaştıkça daha fazla gülüyordu.
Bir yandan sudeye doğru yürürken havuzun içine bakıyordum.
Havuzun dibi gözükmüyordu.
Rüzgar daha sert esmeye başlamıştı. Trafik levhaları havada uçuyordu. Sudeye çok yaklaşmıştım.
Net bir şekilde görebiliyordum. Saçları normalden daha kısaydı. Üzerinde mavi ve sarı çizgili bir tulum vardı.
Tulumun önünde büyük bir şekilde 47 yazıyordu.
Sudeye doğru elimi uzattım.
O sırada havuzun yakınına bir şimşek çaktı ve Sude gülerek arkasından çıkardığı tabancayı bana doğrulttu. Hiç bir şey diyemedim.
Omzumdan vurdu.
Havuzun kenarına doğru yalpaladım. Sude koyundan inerek karşıma geçti. Sırıtarak
"sonra görüşmek üzere..." dedi ve beni havuza ittirdi.
Havuzun dibine doğru gidiyordum. Suyun rengi kırmızıya dönüşüyordu. Çırpınarak yukarı doğru çıkmaya çalıştım.
Çırpındıkça daha da dibe doğru gitmeye başladım ve etraf karardı.
O gün terler içinde uyanmıştım. Hızlıca duş yapıp meleğin evine doğru yola çıktım.
Yolun yarısında daha meleğe verecek bir yüzük bile almadığımı fark ettim. Hızlıca bir kuyumcuya gittim. Kuyumcuya bakarak
"bana orta fiyatlı güzel bir yüzük önerebilir misin ?" Dedim.
Adam sarı sakallarını okşayarak
"içeride bir kaç parça olacaktı gidip bakayım" dedi.
İçeriden kahverengi bir paket getirdi ve masanın üzerine koydu.
Paketin içinde çok fazla yüzük yoktu. Hızlıca karar verdikten sonra beyaz taşlı bir yüzükte karar kıldım.
Yüzüğü aldıktan sonra iç cebime koyup meleğin evine doğru yol almaya başladım.
Meleğin evine geldiğimde çok heyecanlıydım.
Zili çaldım.
Bir kaç dakika sonra kapı açıldı. Melek sakin bir şekilde bana bakıyordu.
Üzerinde gri bir tişört ve siyah bir pantolon vardı.
İçeri geçtikten sonra meleğe bakarak "iyi misin ?" dedim. Saçlarını düzelterek
"iyiyim sadece bu gün annemin mezarına gideceğim ondan biraz durgunum" dedi.
Kafamı sallayarak
"anladım bu ara da kahvaltı falan ettin mi ?" dedim.
Kahvaltı etmemişti.
Elini tutarak
"ilk önce mezarlığa gideriz sonra güzel bir yerde kahvaltı falan yaparız ne diyorsun" dedim.
Kısık bir sesle
"olur" dedi.
Meleğin arabasının benzini bitmişti o yüzden benim arabamla gitmeye karar vermiştik.
Mezarlık biraz uzaktaydı.
Arabanın içinde ikimizde konuşmuyorduk.
Sessizliği bozan melek olmuştu. Camdan dışarı bakarak
"sende babanın mezarına falan gitmiyor musun ?" dedi.
Kafamı kaşıyarak
"okulların açılmasına bir hafta kala gitmiştim ama o zamandan beri gitmedim" dedim.
O sırada mezarlığa gelmiştik.
Meleğin annesinin mezarı en köşedeydi.
Mezara bakarak
"burası mezarlığın en köşe tarafı bilerek mi seçtin burayı güneş falan da görmüyor" dedim.
İç çekerek
"burayı annem özel olarak istemişti nedenini bilmiyorum ama o dediği için yani" dedi ve bana bakarak
"babanın mezarına da gidelim mi" dedi.
Kabul ettim ve arabaya binerek babamın mezarlığına gittik.
Babamın mezarını görünce bir anda ilk kez mezarlığa geldiğim gün aklıma geldi.
Dokuz yaşında falandım sanırım.
O gün yine babamla beraber kırmızı çatılı eski evimizde oturuyorduk. Babamın iki tane evi vardı.
Bir tanesi benim şuan içinde oturduğum evdi diğeri ise kırmızı çatılı çok eski bir evdi.
Kırmızı evi severdim ama uzun zaman önce satmıştım.
Babam iyice yaşlanmıştı ve gür bir sakalı vardı.
Babam ocakta dünden kalma bir çorba ısıtmıştı.
Kapının önünde tek başıma oturuyordum.
Diğer çocuklar görünüşüm yüzünden benimle oyun oynamıyordu.
Babam yanıma gelerek
"barış aslanım gel yemek hazır acıktıysan" demişti.
Küçük tahta masanın dibine girerek oturmuştum.
Babamın üzerinde kırmızı bir oduncu gömleği vardı.
Tencerenin içine baktı.
Sonra benim tabağımı sonuna kadar doldurdu.
Kendi tabağına yarımdan daha az çorba katmıştı.
Doymak için kendi tabağının içini ekmekle doldurmuştu.
Bir ara babamın yüzüne bakmıştım. Babam yılların verdiği yorgunlukla çökmüştü.
Yorgun gözleriyle uzaklara iç çekerek bakıyordu.
Biz genelde yemekleri hep erkenden yerdik.
Hava daha yeni kararıyordu.
Babam tekli koltuğuna oturup radyo dinlemeyi çok severdi.
Keyifle gülerek
"bu günde bunu dinleyelim" dedi ve ah yalan dünya parçasını dinlemeye başladı.
Bir yandan dinlerken bir yandan
"bu adamda ne güzel söylüyor ya..." diyordu.
Ben o gün evde sıkılmıştım.
Babama seslenerek
"baba ben dışarı çıkıyorum" dedim. Babam
"oğlum bu gün gitmesen dışarı falan bak içime sinmedi gitme" dedi. Kafamı sallayarak
"ama çok sıkıldım" dedim.
Babam yere bakarak
"peki git hadi bakalım..." dedi.
Yokuş aşağı koşmaya başladım.
O sırada ayağım taşa takıldı ve yere düşüp kolumu kanatmıştım.
Kolumu umursamadan yürümeye devam ettim.
Evin bir kaç sokak uzağında bir mezarlık vardı.
Ben mezarlıklardan çok korkardım. Yürürken küçük siyah bir kedi önümden geçmişti.
Kediyi takip etmeye başladım.
Kedi beni görünce son hız mezarlığa doğru koşmaya başladı ben de onun peşinden koşuyordum.
En son mezarlığın duvarından atlayıp içeri girdi.
Ben içeri giremedim çünkü çok korkuyordum.
Eve geri dönmeye karar verdim.
Yolu uzatmak istemiştim çünkü uzun yolda zengin ailelerin evleri vardı ve o evlerin birinde sarı saçlı çok güzel bir kız oturuyordu.
Uzun yolun başındaki evde oturuyordu.
Evleri villaydı ve bahçelerinde büyük bir taş vardı.
Evin bütün ışıkları yanıyordu. Bahçeden içeri girdim.
Eve yaklaştıkça kızarmış tavuk kokusu artıyordu.
Bahçedeki büyük taşın üstüne çıkıp onları izlemeye başladım.
Kız neredeyse benimle aynı yaştaydı. Masanın etrafında gülerek koşuyordu. Annesi masanın üstüne kocaman bir kızarmış tavuk koymuştu.
Tavuğu görünce ağzım sulanmıştı. Yemekler yenirken kız beni fark etmişti.
Taşın üzerinden atlayarak bahçeden kaçtım.
Yere oturup soluklanmaya başladım. Bir kaç dakika sonra kızın bana doğru geldiğini gördüm ayağa kalkarak
"yanlış anladın benim amacım kötü değildi"
kız elindeki ekmeği göstererek "biliyorum bunu sana getirdim al hadi" dedi.
Yarım bir ekmeğin içi kızarmış tavuk ve domates doluydu.
Kıza bakarak "çok teşekkür ederim" dedim.
İkimizde yere oturduk.
Hava kararmıştı.
Ayağa kalkarak
"benim babamın yanına gitmem lazım sonra görüşürüz" dedim ve koşarak eve gittim.
Ekmekten bir kaç ısırık almıştım. Tadını çok beğenmiştim ama babamın da yemesini istiyordum o yüzden ekmeği kolumun arasına sıkıştırarak evin yolunu tuttum.
Evin önünde bir kalabalık vardı kalabalığı geçtikten sonra sokağın başında bir ambulans gördüm. İnsanlar bu adamın tanıdığı biri yok mu falan diyordu.
Babamı sedyede görünce bağırarak "babam... o benim babam! ne oldu " dedim.
Hastanede kendine gelince yanına oturdum ve "noldu baba" dedim. Küçük bir kalp krizi geçirmişti.
Kısa bir sessizlikten sonra ekmeği göstererek
"bak baba bak ne güzel tavuk ekmek domates mis gibi" dedim.
Babam bana bakarak
"nereden buldun bunu" dedi.
Olayı anlatınca
"oğlum evdeki ekmek yetmiyor mu ne işin vardı orada" dedi.
Üzüldüğümü görünce sarılarak
"bakayım bari şunun tadına nasılmış" dedi.
Ekmeği ikiye bölerek bitirmiştik. Kolumun halini görünce öperek
"sen çok yaramaz bir çocuk oldun düşmüşsün" dedi.
O sırada doktor geldi ve bana bakarak
"çocuğum seni dışarı almam gerek" dedi.
Sandalyelerden birinde otururken uyuya kalmıştım.
Uyandığımda odanın içinde bir sürü doktor vardı.
Babam ikinci kez kalp krizi geçirmişti ve bu sefer kurtulamamıştı.
Ben ortada bir başıma kalmıştım. Koca dünyada yalnızdım.
Babamın tabutunu taşıyacak bir kaç insan gelmişti.
Hayatımda ilk kez mezarlığa o zaman girmiştim.
Bunları düşünürken
melek yere bakarak
"hepimizin gireceği yer burası işte küçük bir toprak parçası" dedi.
Ona bakarak
"yapma bu klasik konuşmayı yapma... ama olmaz ki böyle ciddi misin yani mezarlıkta hep aynı klasik konuşmayı yapmak zorunlu falan mı ?" Dedim.
Gülerek
"Hadi gidelim" dedi.
Saate baktıktan sonra
"öğlen olmuş artık kahvaltı yapamayız..." dedim.
Güzel bir kafeye gittik.
Bir tabak makarna yedikten sonra lunaparka gitmeye karar verdik. Melek, çocuklar gibi eğleniyordu.
Ben de onu izleyerek mutlu oluyordum.
Hava iyice kararmıştı.
Sahilde yürüdükten sonra güzel bir sahil restoranına gittik.
Melek bana bakarak
"ne güzel bir gün oldu ya" dedi. Yavaşca yüzük kutusunu iç cebimden çıkararak meleğe
"benimle evlenir misin ?" Dedim. Melek şaşırarak
"evet! evet!" dedi.
Yüzüğü parmağına taktım ve evin yolunu tuttuk.
Onu kendi evine bıraktıktan sonra kendi evime doğru yol aldım.
Çok yorgundum ama üzerimde bir mutluluk vardı.
Yatağa yattığımla bir uyumuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞANS MELEĞİ ( TAMAMLANDI )
Romance(🎉TAMAMLANDI🎉)🎈 albino hastası tarih öğretmenin yıkılmış hayatına giren bir melek...