bölüm-17 At

30 10 5
                                    

Yaz tatilinin bitmesine iki hafta kalmıştı.
Her şey planlanmıştı.
Tam da meleğin istediği gibi.
Düğün günü çok mutlu görünüyordu. Sabah erkenden kalkmıştık.
Melek kendi arabasını alarak hazırlanmak için dışarı çıkmıştı.
Ben de arabamı alıp yıkatmaya götürmüştüm.
Bütün bu işlerden sonra neredeyse öğlen olmuştu.
Hava çok güzeldi.
Düğün yerini seçmek iki gün sürmüştü çünkü melek ile zevklerimiz o konuda hiç uyuşmuyordu.
En sonunda kır düğünü yapmaya karar vermiştik.
Evlendikten sonra benim evimde yaşayacaktık.
Araba temizlendikten sonra hazırlanmak için eve geri dönmeye karar vermiştim.
Yola çıktıktan kısa bir süre sonra arabanın önünden dumanlar çıkmaya başladı.
Hava çok sıcaktı.
Arabayı yolun kenarına çektikten sonra kapılarını kilitleyip yürümeye başladım.
Saate baktığımda öğlen olmuştu. Düğünün başlamasına yaklaşık üç saat kalmıştı.
Yol çok uzundu.
Yürüyerek yetişmem imkansızdı.
Bir yandan yürürken bir yandan ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Sonuçta meleği masada bırakamazdım yani çok saçma olurdu.
Bunları düşünürken büyük bir tarla ve bir kaç küçük ev gördüm.
Tarlaya yaklaştıkça bu insanların bir kabileye ait olduğunu fark ettim. Hepsinin üzerinde aynı şekilde çizilmiş kuş motifleri vardı.
Beni görünce küçük bir ateşin etrafında toplanmaya başladılar. Ortalarında çok kısa boylu biri vardı. Ben yaklaştıkça hepsi küçük boylu olan adamın arkasına saklanıyordu. Küçük boylu adamın uzun bir sakalı vardı ve elinde minik bir cep telefonu taşıyordu.
Eğilerek
"arabam bozuldu yardım edebilir misiniz" dedim.
Hepsi bir anda homurdanmaya başladı. Küçük boylu adam zıplayarak "susun! susun!" diye bağırdı.
Bana dönerek
"biz araba falan bilmeyiz ama bunu çok iyi biliriz" dedi ve elindeki telefonu yere bıraktı.
Hepsi ateşin etrafına toplanarak aynı anda
"Ayrı iklimsin ne çare Ben sana vurgun biçare Sarardım, soldum hasretinle hululu hululu" demeye başladı.
Ateşin etrafında garip garip hareketler yapıyorlardı.
Yaklaşık yarım saat bunu yaptıktan sonra ateşin başına oturdular.
Yerdeki telefonu aldım.
Ana ekranda Aleyna tilki vardı. Kafamı kaşıyarak
"ne tuhaf bir kabile lan bu" dedim. Etrafı gezmeye karar verdim.
Üç tane ev vardı.
Bütün evler aynı şekilde tasarlanmıştı.
İçlerindeki eşyalarda aynıydı.
Evlerin etrafını gezerken herkes ateşin başından ayrılmıştı.
Ne yaptıklarını merak edip onları izlemeye başladım.
Hepsi normal bir şekilde işlerini yapıyordu.
Kabile reisini ararken bir at sesi duydum.
Etrafa baktığımda atı göremedim. Yüksek bir tepeye çıktım.
At ağaçların arasına bağlanmış duruyordu.
Tepeden inerek sessizce atın yanına gittim.
At normalden daha büyüktü ve beyazdı ama yeleleri açık mavi renkti. Ata bakarak
"ne tuhaf bir at lan bu" dedim. Ağaçların arkasına baktığımda kabile reisinin büyük bir suda banyo ettiğini gördüm ama üzerinde donu vardı. Atın ipini çözüp bindim ve son hız kaçmaya başladım.
At koşarken motor gibi ses çıkarıyordu.
Kabile reisi atı kaçırdığımı fark etti ve arkamdan bağırarak
"atımı kaçırıyorlar tutun lan tutun!" diyordu.
Üstündeki tek donla atı kovalamaya başlamıştı.
Normalden daha hızlı koşuyordu. Tam atı kuyruğundan yakalayacakken küçük telefonu kafasına fırlattım.
Telefon ikiye bölündü ve kabile reisi yere düştü.
Arkama bakmak için geri döndüğümde kabile reisi telefonun parçalarını elinde tutarak zıplıyordu. Bir anda hava karardı.
Bulutların rengi mor olmaya başladı. Her yerde Aleyna tilki şarkıları çalıyordu.
At korkmaya başlamıştı.
Atın üzerinde tuşlar vardı.
Tuşlara rasgele basıyordum.
Tuşlara basarken at yanlamaya başladı ve takla attı.
Büyük kayaların üstünden zıplayarak gidiyordu.
Çok hızlıydı.
Ata vurmaya başladım.
Bir yandan vururken bir yandan "dursana lan! at dur!" Diyordum. Uçuruma doğru gidiyorduk.
At yüksek sesle bağırarak uçurumdan aşağı atladı.
Atın kafasına son gücümle bir yumruk attım.
Havada dönmeye başladık.
Belirli bir süre döndükten sonra evimin önüne ışınlandık.
At sakin bir şekilde evin önünde duruyordu.
Saate baktım.
Düğünün başlamasına neredeyse yarım saat kalmıştı.
Hızlıca eve girerek duş alıp takım elbisemi giydim.
Saçım biraz kötü gözüküyordu ama idare etmek zorundaydım.
Evin önüne tekrar çıktım.
Etrafa baktım ama at dışında başka hiç bir şekilde bir ulaşım yolum yoktu.
At kafasını bana çevirerek
"bin hadi bin kendi düğününe geç mi kalmak istiyorsun" dedi.
Gülerek "iyi biniyim bari" dedim.
Ata bindikten sonra
"nereye gideceğimizi biliyon mu sayın at" dedim.
Kalın bir ses tonuyla
"aslına bakarsan bilmiyorum. Nasıl bilebilirim davetiye mi yolladın sanki" dedi.
Kafamı sallayarak
"doğru diyon davetiye falan yollayamadık ayıp oldu kusura bakma" dedim.
At yavaş yavaş yürüyerek
"nereye gidiyoz" dedi.
Elimle sokağın sonunu göstererek "şuradan gidelim ben yolu göstercem" dedim.
Yavaş yavaş giderken
"az önce sen ışınlanmadın mı bi tekrar yapsak onu olmaz mı ?" Dedim.
Kafasını sallayarak
"onun süresi var hemen hop diye öyle ışınlanamam olmaz yani" dedi.
Saate baktığımda düğünün başlamasına on dakika vardı.
Telaşlı bir şekilde
"en azından hızlı gitsek olmaz mı ?" Dedim.
At gülerek "o olur tabi" dedi.
Aniden hızlanarak ağaçların arasına girerek koşmaya başladı ve büyük bir kayanın üstünden atladı.
Trafikteki arabalar tuhaf bir şekilde bize bakıyordu.
Düğün yerindeki herkes beni merak ediyordu.
Çok fazla insan yoktu.
Bakkal Hüseyin
"damat geç mi kaldı nerede bu adam kesin düğünden vazgeçti kaçtı" demeye başlamıştı.
Bakkalın karısı Nurten sinirlenerek "Hüseyin ağzını hayıra aç lanet adam bir sus be" dedi.
Melek moralini bozmadan
"gelecek biliyorum beni böyle bırakmaz" dedi.
Bakkal meleğe dönerek
"niye geç kaldı o zaman atla mı geliyor ?" dedi.
O sırada kapıdan içeri atla girdim. Bakkal şaşırarak
"oha herif atla geldi... vallahi at" dedi. Melek
"barış sonunda geldin... hem de atla..." dedi.
Ben de gülerek
"sen atla gel deyince yani ben de atla geldim" dedim.
Herkes aynı anda
"bu espriyi yapmasan olmazdı yani amaaan" dedi.
Attan indikten sonra at bana göz kırptı ve
"hadi bakalım genç oğlan" dedi. Bakkal sinirlenerek karısına dönüp "yazık oldu bizim oğlana alacaktık bu kızı görüyor musun" dedi.
Nurten bakkal hüseyini çimdikleyerek
"bir sus be Allah'ın cezası sus" dedi. Bakkal Hüseyin
"iyi be iyi gidiyorum bir de atla gelmiş ya at nedir at ya" dedi ve gitti.
Şarkıları çalan adamın yanına giderek
"şunu da çalsana bir zahmet" dedim.
Şarkı meleğin çok hoşuna gitmişti. Düğünün bitmesine yarım saat kala herkes dans ederken bakkal hüseyin sarhoş bir şekilde mikrofonu kapıp
"geri geldim uleyn! hem de atsız atsızım at nedir! At!" diyerek bağırdı. Herkes Hüseyin'e bakıyordu.
Melek kafasını sallayarak
"Hüseyin abi yine içmiş her düğünde illa yapar bunu" dedi.
Nurten hüseyini kolundan çekerek "Hüseyin lanet adam yeter artık yürü eve gidiyoruz" dedi ve ağlamaya başladı.
Düğün Hüseyinin rezilliği dışında güzeldi.
Yorucu geceden sonra meleğin olduğu odaya yavaşça gidiyordum.
Odanın kapısında okuldaki erkek öğretmenleri görünce şaşırarak
"abi siz napıyonuz burada" dedim. Edebiyat öğretmeni olan Şakir hoca gülerek
"eee gelenek bu oğlum melek bizim kardeşimiz sayılır sen hayırdır" dedi ve güldü.
Kafamı kaşıyarak
"siz beni dövceniz yani içeri giresiye kadar doğru mu ?" dedim.
Beden öğretmeni olan Serkan kahkaha atarak
"şaka mısın oğlum bunun için kaç aydır spora gidiyorum hiç bırakır mıyım" dedi.
İç çekerek
"peki... öyle olsun o zaman" diyerek odaya koşmaya başladım.
Sağdan soldan herkes yumruk atmaya başladı.
Kısa süren bir kapışmanın ardından kapının kolunu tutup içeri daldım. Melek içeride oturmuş bekliyordu. Meleğe bakarak
"dövdüler ya beni valla bak... çok pis vurdular özellikle o bedenci yok mu var ya omzumu çürüttü" dedim. Melek gülerek
"baya sert vurmuş ya..." dedi.
Kısa bir sessizlikten sonra meleğe bakarak
"e ne yapayım... kapatıyım mı ışıkları ben... kapatıyım mı ?" dedim.
Melek kıkırdayarak
"Kapat bari" dedi.
Duvardaki düğmeye bastım ve ışığı kapattım.

ŞANS MELEĞİ ( TAMAMLANDI )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin