Bölüm 5

44 6 0
                                    

Damlalar istemsizce yuvarlanıyorken pınarlarımdan beynim onca karmaşanın arasında duran bir hiçlik gibiydi. Huzurlu anlarımı değerlendirmek için gözlerimi kaparken yanaklarıma hafifçe değen bir elle irkildim. "Her şeyi zamanla halledeceğiz, hiçbir şey için çok geç değil." O an Maxen'ın söylediklerini yalanlamak istercesine olaylar gelişmeye başladı.

Aniden arabanın durmasıyla birkaç santim havalandım ardından korumalar etrafımızı sardı etrafımız saran beyaz kıyafetli insanları gördüğümde bilincimi kaybetmişçesine boş gözlerle dışarı bakıyordum. Gördüğüm tanıdık ve bir o kadar her şey için geç bile kalındığını belirten silüet ile bir anda kendimi dışarı attım. Akşam vakti olmasına karşın havada hâla güneşin izleri görülmekteydi çok zamanım olmadığını biliyordum yaklaşık 5 dakika sonra ay tepedeki yerini alacaktı. Karşımda gördüğüm ormanın içine dalmaktan bir an bile çekinmedim. Kendi hesaplarıma göre daha beni fark etmemişlerdi Maxen ise benden çok daha önce korumalarının yanına varmıştı. Fark etmeleri an meselesiydi.

Ormanın içinde bilinçsizce koşmaya başladım, hızımı gittikçe arttırıyorken birden çevreyi tanıdım. Burası babamla ben küçükken piknik yapmaya geldiğimiz yerdi. Her ilk baharın başı ve her yazın sonu bir gün buraya gelir birlikte izcilik oynar kamp yapardık. Geleneksel salıcak kontrolünden sonra babam beni sallardı hatta bazen ben de onu sallamaya çalışırdım, tabiki her şey seneler önceydi. Bana kurduğu salıncak hâla orada rüzgarın etkisiyle sallanıyordu. Şaşkınlığım onun sesini duymamla yerini korkuya bıraktı. "Yeter artık Isabel, oyun bitti." Leonard'a dönmektense ormanın içinde koşmaya devam ettim. Beni durduran ise bir duvar gibi önüme dikilen yamaç olmuştu oraya tırmanamazdım. "Daha fazla kaçamazsın!" Ama teslim de olamazdım beni bir kafese tıkacaklarını düşünürken "hayır,asla" diye bir nida atmamla yer gök sallanmaya başlamıştı korkuyordum ama ben asla teslim olmazdım olamazdım bu benim hayatımdı kimse yönetemezdi özellikle hayatıma birden girmiş Leonard. Tüm sinirimi ona yöneltirken içimden geçen bir elektrik akımının da ona yönelmesi bir oldu. O sadece bana kocaman şaşkınlıkla açılmış gözlerle bakıyordu anlık akımı fark ettiğinde kendine geldi gözlerini kapadı ve kırmızı bir daire şeklinde önünde bir savunma duvarı oluşturdu. "Beni yenebileceğini mi sanıyorsun küçük cadı." İlk yıldırım o kırmızı duvara çarpmasıyla bana geri döndü. Her şey bir anda kontrolüm dışında gerçekleşmişti. Sahneler yeni yeni gözümün önüne gelirken beynim her şeyi yavaş yavaş algılamaya başlamıştı Leonard'ın son sözleri kulaklarımda yankılanırken gözlerim itaatsizce kapanmıştı.

Bilincim kendine gelirjen gözlerimi açmaya çalıştım fakat beyaz ışık zorlaştırıyordu elimi gözüme parvan etmek için çektiğimde acıyla inledim. "Kendine geliyor." Bayan Maria tabi ya o olmasa şaşamam gerekirdi değil mi? Neler döndüğünü kavramak için etrafıma bakındım ellerim bağlı bir hastane yatağının üzerindeydim. Fakat etrafım hiç de hastane odası gibi değildi. Karşı duvar boyunca bir cam vardı tüm ormanı ve gökyüzünü gözler önüne seriyordu. Orman. Beynim yavaş yavaş resimleri tamamladı. En son Leonard bana bir yıldırım fırlatmıştı. Her şey bir bilgisayar oyunuydu sanki, inanmak istemiyordum öyle bir şeyi ben yapmış olamazdım. Nasıl yapılacağını bile bilmiyordum. Bayan Maria "Şükürler olsun kendşne geldin Isabel, bizi çok korkuttun bir an bir şey oldu sandık." "Bir şey olmadığını söylemiştim kendi şimşeği öldürmez ya, alışkın değil. Abartılacak bir şey yok." Sesin sahibi tabiki de Leonard'dı. "Isabel tatlım kendini nasıl hissediyorsun?" Bayan Maria'nın annemden bile şevkatli sesi bana kendimi sorgulattı. Hiçbir şey hissetmiyordum. Her şey bittiğini biliyordum artık ruhum bir tutsaktı. Onlarla konuşamazdım onlarla iletişime geçemezdim belki her şey bir kabustu ve böyle yaparak uyanacaktım. Kendimi soyutlarsam her şey südaha acısız olurdu. "Ne o dilini mi yuttun? Beni vurmaya çalışırken yeterince cesur görünüyordun." "Leonard yeter artık bilerek yapmadığını biliyorsun. Hem bu kelepçelere de gerek yok aç artık." Leonard bana bakıp sinsice sırıttı. "Eğer özür dilerse tabiki neden olmasın." Özür dilemeyi bırak sesimi bile çıkarmayacaktım. "Özür diliyor musun?" Yavşak,piç kurusu,göt beyinli. Elim de çok acıyordu. "Eh sen bilirsin, ben gidiyorum anahtar da benle gidiyor." "Leonard aç şu zincirleri!" Bayan Maria'nın sesi beni bile ürkütmüştü. "O benim sorumluluğum altında özür dileyene kadar açmıyorum." "İyi o zaman ben açarım." Bayan Maria eliyle kelepçenin zincirini tuttu zincirden erime sesleri geliyordu. "Tamam çıkartıyorum." Leonard somurtup yanıma geldi ve iki kelepçeyi de çözdü. Sonra bana yaklaşıp kulağıma fısıldadı "Yaramazlık yok Isabel." Geri çekilmesini fırsat bilip bileği morarmış elimle yüzüne tokatı geçirdim ve pat diye bir ses duyuldu. "Bunu korumaktan vazgeçmelisin nerede ne yapacağını öğrenmeli." Diyip kapıyı çarpıp çıktı.

Ayağa kalkmaya çalıştığımda her yerim ağrıyordu ağzımdan acı dolu bir inilti çıktı. Bayan Maria koşarak yanıma geldi koluma girmeye çalıştı ama kendimi ondan uzaklaştırdım. Büyük camın kenarında tek kişilik iki koltuk ve küçük bir sehpa vardı. Sehpa'nın üzerindeki kitap dikattimi çekti. 'Ben Ölene Kadar' Amy Plum'un kitabı gerçekten de harika bir kurgusu vardı o serinin. Kim okuyordu acaba. Bayan Maria'nın okuyacağını hiç sanmıyordum. O piç kurusu ise elimde dalga geçecek bir şeyler olurdu. Tabi ya. O kız. Onunla o sabahtan beri hiç konuşamamıştık. Bizden küçüktü belki o yüzden belki de ben bu ara biraz fazla dikkatsizdim. Son olaylar her an kafamı kucalıyordu. Şu an bile her şey bir kabus gibiydi biri dürtse uyanacaktım ama gerçekti. Daha demin kendi attığım şimşeğin bana dönmesiyle yaşadığım bir bayılmadan uyanmıştım. Kitabı elime aldım bildiğim satırları tekrardan okurken aklım Vincent'ın yakın arkadaşı, Juice'tu sanırım-isimlerle ilgili harika zekam(!)- hayatının aşkını en yakın arkadaşı için bırakmıştı. Acaba neler çekmiştir. Sevdiği kişinin en yakın arkadaşıyla olması için uğraşmıştı. Gerçek dünyada öyle insanlar var mıydı ki dostluk için aşktan vazgeçen. Ama insanlar tadını bir kez aldı mı bağımlısı oluyorlar aynı bir uyuşturucu gibi etraflarındaki her şeyi unutup sadece karşılarındakine odaklanıyorlar sonra ayrılık olduğunda harabeye dönüyorlar. Uyuşturucu krizlerinden daha kötülerini yaşıyorlar belki de kendi istekleriyle ölüme yürüyorlar sonra temiz bir sayfa açmak için hayatlarını sıfırlıyorlar ama her zaman kalplerinin derinlerine işlemiş o iz ortaya çıkacak bir delik buluyor. Peki sırf duyduklarıma göre dünyada ya da evrende bulunan en güzel şeyi kısa bır süre yaşamak için böyle bir bedele değer mi? Bence değmez. Kalp sevdimi canı acır sonunda. Her şey Yin ile Yang gibi. Mutluluk acı getirir. Ailemin sevgisinin bile gerçek olmadığını gördükten sonra ben de bu felsefeye uyuyorum. Sevmiyorum ve acıyı beklemiyorum. Ama kitaplarda,filmlerde gördüğüm aşkı yaşamak için kendime hiç olasılık tanımıyorum kimle tanıyacaksam. Leonard'la mı? Rüyalarımda gördüğüm kadarıyla birbirimize yakışıyorduk hatta kendimi gerçek aşkı tanıyor gibi hissediyordum. Acaba gerçekte de böyle bir şeyin olma ihtimali var mıydı?

Kapının açılmasıyla dünyaya döndüm. Arka tarafıma baktığımda o gelmişti. Üstündeki kaslarını belli eden beyaz t-shirt ve altındaki belinde cebine yarım darike şeklinde bir zincir bulunan siyah kotuyla rüyalarımı dünyaya taşımıştı sanki. "Hazırlan gidiyoruz." Ses tonundaki bana karşı olan sertlik rüyalarımı yalanlar derecesindeydi. "Nereye gidiyoruz?" "Sadece ben ve kaçak. Yaş gününe kadar dönmüş oluruz. Yanlız kalacağımız bir yerde bunu daha rahat eğitirim. İzin falan sorarsan her şeyi hallettim bu en iyisi. Aslında zindana sincirlemeyi düşünüyordum ama babacığı kıyamadı." Doğru ya bir de bu vardı güya biyoljik ailem benim için hiç bir anlamlarının olmaması ve beni bulaştırdıkları bataklık ise hayatım gibi bir ironiydi.

Şimdi ne yapacaktım bu rüyalarımı süsleyen ama hayatımı kabusa çeviren çocukla aynı evde, yalnız ve dilsiz bir benle sekiz ay mı yaşayacaktım? Hem de birbirimizi öldürmeden?

RUHTANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin