Bölüm 14: Gün Işığı

9 2 0
                                    


Yavaş yavaş gözlerimi açmaya çalışıyorum ama olmuyor. Güçlü ve zalim güneş ışıkları yakıyor gözlerimi. Yine mi diyorum, yine mi bu lanet oyunların içinde buldum kendimi. O günden sonra düzelmedi hiçbir şey düzelmiyor biliyorum. Bilmediğim tek şey ise bu kadar güçsüz olduğumdu. Kendimi zırhlarla kuşatılmış sanıyordum ama bugün şu an içinde bulunduğum beyaz ve boş oda bana yeniden hatırlatıyor güçsüzlüğümü zayıflığımı iki damla yaş süzülüyor daha fazlasına hali olmayan gözlerimden. Yavaş yavaş eridiğimi gösteren iki damla...


Yine yabancıyım çevreme. Kapı iki tak tak. İçeri beyaz önlüğüyle giriyor doktorum Sinan Bey. Ben ve benim gibi olanlarla neden uğraştığını yeniden merak ediyorum özellikle çökmüş göz altlarına kızarık gözlerine ve de parmağındaki alyansa bakınca. Orta yaşlarına süren bu adam neden benim gibi hastalıklarla uğraşmak için yakmış gençliğini merak ediyorum. ''Yine aynı yerdeyim.'' diyorum sessizce. Hafifçe başını sallıyor yorgun bir gülümseme peydah oluyor yorgun yüzünde. ''Süreleri git gide azalıyor, başarıyoruz birlikte.''

Hala içinde bir umut beslemesi alaycı tarafımı gün yüzüne çıkarıyor. ''Azalsa da kurtuluş yok. Bunu biliyorum Sinan Bey. Yeniden aynı yüzle karşılaşmaktan yoruldum. Bilmediğim bu yüz hepsinin içinde başrol fakat hiç görmediğime öylesine eminim ki.'' Derin bir nefes alıyor yine aynı konuşma. ''Dediğim gibi önceden herhangi bir yerde görmüş olabilirsin Serin. Bunu senden daha iyi kimse bilemez bütün cevaplar senin o eşsiz beyninde.'' Küçük bir kahkaha atıyorum, alışık Sinan Bey bu tavırlarıma, bozuntuya vermiyor. ''Hastalıklı bir beyin bu biliyorsunuz. Farklı dünyaları yaşamak güzel bir şey mi sizce? Sadece tek bir hayatım olmasını ve onu dibine kadar yaşamak isterdim ben. Ya şimdi şu anın bile gerçeklerini sorgulamaktayım. Hayır bu değildi bahsettiğim. Ben sevmek sevilmek ve denemek, yaşamak istedim.'' Gözlerine yorgunluktan daha bir ağır hüzün çöktü. Her ne kadar ilginç bulsa da aklımdaki labirentleri bu duruma çözüm bulamamak onu da tüketiyordu. En zor hastalarından biri bendim, bunu söylerdi ara sıra. Vazgeçmek istemese de bu savaştan ben bir sona varmayı istiyordum artık en huzurlusuna...


''Umutsuzluğa yer yok bizim hayatlarımızda Serin. Sen daha çok gençsin her şeyi dibine kadar yaşayacaksın elimden geleni yapacağım, yapacağız hep beraber. Her seferinde kovduğun ailen kapıda yine seni bekliyorlar. İzin ver görsünler seni. Her ne kadar onları görmek istemesen de seni hayata bağlayan en büyük etmen ailen.'' haklıydı ama onların benim hayatıma dahil olmalarını istemiyordum. Ben yaşayamazken onların hayatlarını yaşamasını istiyordum. Onlar hiçbir zaman benim gibi birini hak etmemişlerdi. Her zaman benim iyiliğim, geleceğim için çalışmışlardı. Fakat ben her zaman uzaktım onlara karşı tek istediğim hayatı her şeyiyle yaşamaktı. Şimdi onların benim yanımda olmaması gerekirdi ben onları hak etmiyordum. Onlar bana yardım ettikçe onlara zarar veriyorum hala. Benim yalnızlığa mahkum olduğumu anlamıyorlar.

O kadar istiyorlarsa görsünler bu rezil halimi ne diyebilirim ki. Belli ki daha çok acı çekiyorlar. Rahatsız edici bir his bu. Duyguları tanımasam da kalbim sıkışıyor, üzülüyorum bana değer verenlere, unutulacağımı düşünmüştüm sadece, oysa onlar hep benimliler. Lanet içerisindeyim. Keşke pişman olsalar ve bir daha gelmeseler, bu zayıflığı görmeseler. Ya da annemin içinden ah bir başkalarının çocuklarına bir de bizim zavallıya bak dediğini duyuyorum sanki. Babam mı? O zaten çalışmaktan perişan olmuş bir halde. Emeklerimin karşılığı bu mu olacaktı diyor biliyorum. Bunları yeniden göreceğimi bilsem de kafamı sallıyorum. ''O kadar istiyorlarsa görmek buyursunlar. Ama ben şimdiden söyleyeyim, pek bir şey beklemesinler benden.'' İçten bir hüzünle gülümsüyor ve çıkıyor beyaz şifreli kapıdan.


Kapı bu kez üç defa tıklanıyor. ''Girin!'' Babam gülümseyen yüzünü uzatıyor. ''Merhaba kızım.'' zoraki gülümsüyorum. ''Merhaba baba. Gelsenize içeri.'' Tamamen açıyor kapıyı. Önden o giriyor temkinli, güvensiz adımlarla yatağımın yanına geliyor, ardından annem. Kafası aşağıda gözleri dalgın. O hiç ağlamayan ben her zaman güçlüyüm diyen kadın, bu sefer dolu gözlerle bakıyor bana. O da babamın yanında yer alıyor. Ayakta durmaları beni rahatsız ediyor. ''Oturun isterseniz.'' Hafif bir baş onayıyla oturuyorlar karşımdaki tek kişilik koltuklara.


Annem inceliyor cılız vücudumu. İçten eridiğim gibi dıştan da eriyorum. Gözlerime bakıyor annem gülümsemeye çalışıyor. ''Nasılsın kızım?'' diyor bir zamanlar nasıl olduğumu umursamamış olan kadın. ''Her zamanki gibi, sıradan. Siz nasılsınız?'' Bu sefer babam bakıyor gözlerime. Gülümsüyor hafiften. ''Sen yokken neşesi yok evimizin. Senin eve döneceğin günü bekliyoruz ne yapalım. Ben işe gidip geliyorum bu aralar biraz yoğunuz.'' tebessümle yetiniyorum. Böyle demiyorlardı, ben tiskinç bir yaratıktım o zamanlar. Aslında şimdi olmam gereken. O zaman bana sıcacık gülümseyip nasılsın kızım demeliydi.

Anneme döndüm. Dalgın bakışlarıyla gülümsedi. ''Çok güzel oldu bahçemiz. Rengarenk açtılar hepsi bu baharda. Çok seversin sen. Bir görsen geçen gün Berfin Abla'nın kızı Su geldi seraya. Öyle güzel geziniyor ki aralarında.'' En son gördüğümde küçük bir bebekti. Şimdi yürümeye başlamış güzel tontişim. En çok özlediklerimden biri Su. Masum, arı gibi Su'yum benim. ''Çok güzel olmuştur kesin.'' ''Öyle ablası seni soruyor o da. Geçen gün senin kucağındaki bir fotoğrafını görmüş. Seni soruyor. Ben de büyüyünce onun gibi güzel olacağım diyor.'' gülümsedim bu sefer içtendi nasıl olmasın. ''Hangi resmimizi görmüş prenses?'' Bir sessizlik oluştu aralarında. O anda anladım.


O, Su'yumun resminde bile vardı. O her yerde vardı. Zamanında her şeyimde olduğu gibi. Bir titreme sarmaya başladı vücudumu durduramıyordum. Anılar akın ediyordu zihnime. Babamın sesini duydum. ''Bir kez de doğru konuş be kadın. Hepsi senin yüzünden sen bu hale getirdin bu kızı.'' Silik bir şekilde annemi görüyordum. Hıçkırıklarıyla titriyordu vücudu. Hiçbir zaman annem bu kadar kırık ve zayıf değildi aslında, her şey benim yüzümden anne demek istedim. ''Biliyorum yine benim suçum. Özür dilerim, özür dilerim, benim suçum kızım canım.'' derken babam kırmızı butona bastı. İçeri doluştu beyaz önlüklüler. Ailem bir kenara çekildiler. Her zaman onların yeri olan yere hayatımın kenarı gibi daha fazla yakını değil. Ben zaten kolumda hissettiğim iğneyle rahat bir uykuya daldım. Bu sefer yalnızdım uzun zamandan sonra. Huzurlu sessiz bir uykuydu bu istediğimin ön gösterimi gibi...






RUHTANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin