2. Bölüm●

1.2K 25 6
                                    

      225,226… Kaçırıldım.
      33333,33334… Konuşamıyorum.
      456788,456789… Odanın kapısı açıldı. Maskeli kara adam… Ama bu adam beyaz tenli… Ne kadar da aptalım!
- Bence de aptalsın.
- Sesli mi konuştum ben?
- Sence, diyerek tek kaşını havaya kaldırdı.
     Sonunda kendimi toparlayarak mantıklı bir soru sordum:
- Kimsin?
- Ecelin.
- Nereden?
- İstanbul.
-  Niçin?
- Can sıkıntısı.
- Can sıkıntısından insan mı kaçırılır be adam? Kim yapar böyle bir şeyi?
- Ben.
-  Benimle bir sorunun mu var?
-  Benim tüm dünyayla sorunum var güzelim. Şimdi sen uslu uslu benimle evleneceksin. Anlaşıldı mı?
      Güzelim mi? O bana ne dedi? Beni güzel mi buluyor yani? Bir dakika o az önce benimle uslu uslu evleneceksin mi dedi? Hössst. Ne saçmalıyor bu adam! Ben daha çok gencim bir kere. Ama on sekiz yaşıma basmama az kaldı ve yetimhaneden ayrılmak zorunda kalacağım.
- Neyi düşünüyorsun Allah aşkına? Bir köpeğin kalbini nasıl ele geçireceğini mi?
      Ah be maskeli. Kendine köpek dediğini bir bilsen.
- Gönlümü ele geçirmeyi mi planlıyorsun?
- Sesli mi konuştum?
      Ve gülmeye başladı:
- Seninle iyi anlaşacağız müstakbel karıcığım.
      Karıcığım. Ne güzel geliyor kulağa.
- Seninle evlenmem için bir sebep söyle, dediğimde alayla gülümsedi.
- Sana sebeplerimi söyleyeyim. Birincisi seni kaçırdım. İkincisi karizmama kimse karşı koyamaz.
      Faka bastım. Şartımı öne sürmenin zamanı. Kabul etmesse kesinlikle kaçmanın bir yolunu bulacağım. Zaten kabul etmese de ona mecburum. Çünkü yarın on sekiz yaşına giriyorum. Ve yurttan ayrılmam için bir hafta verdiler. Derin bir nefes alarak:
- Seninle evlenirim ama bir şartım var, dedim. Kaşları havaya kalktı:
- Neymiş o?
      Fena bir başlangıç değil.
- On sekiz yaşıma bastığımda yetimhaneden ayrılmak zorunda kalacağım yani evim olmayacak.
       Yüzünde hüzünlü bir tebessüm belirdi:
- Senin evin benim. Ama tek şartının bu olması biraz garip. Yani sonuçta seni kaçırdım. Ve senle evlenmek istiyorum. Sense bunu hemen kabul ediyorsun.
      O kadar haklıydı ki. Ama benim de korktuğum birçok şey vardı. Ve eğer evsiz kalırsam annemin katiline beni yakalaması için çifte fırsat sunmuş olurdum.
- Aslına bakarsan kaçtığım ve yakalanmamam gereken insanlar var ve evsiz kalırsam onların pençesine düşerim. Açıkçası onlardan korkuyorum ve senden korunma talep ediyorum. Benle evlenince ne kazanacaksın bilmiyorum ama benim bir çıkarım var. Adam bana sırıttı ve:
- İlk görüşte aşk desem inanır mısın, diye sormakla yetindi. Ve cevabı da koca bir hayırdı. Oysa sadece bana gülümsedi.
      Ben de ona gülümsedim. Maskesini çıkarıp yere fırlattı. Kesinlikle yakışıklıydı. Sert yüz hatlarına sahipti. Birden konuşmaya başladı:

- Şimdi uçağa binip İstanbul’a gideceğiz. Aileme seni gerçekten sevdiğimi ve bu evliliğin gerçek olduğunu söyledim. Rol yapacağız. Hem kim bir kıza bağlı kalmak ister ki? Sen de okulunu bırakırsın.
      Bu konuşmadan çıkardıklarım:
1.)    İstanbul’da değiliz.
2.)    Ailesinin yanına gideceğiz.
3.)    Ailesi bu evliliği gerçek sanacak.
4.)    Okulumu bırakacağım.
5.)    Rol yapacağız.
6.)    O benimle evliyken başka kadınlara gidecek. Ne diyor bu lan!
      Bu beni üzmemeli sanırım ama:
-         Eve gelmeyecek, demeden edemiyorum.
- Kim, diye sorduğunda ağzını burnunu kırmak istesem de susarak cevaplıyorum:
- Kadınlar. Hani şu şey yapacağın.
      Kıpkırmızı olmuş olmalıyım. O ise gülümseyerek:
- Başka kızlar olsa da tek gecelik olacak ve onlarla karşılaşmayacaksın, dediğinde başımı öne eğdim. Sonra adını bilmediğimi fark ettim:
- Adın ne?
- Sana ne.

      Şu olayı kabul ettiğimden beri bana kötü davranmaya başladı sanki. Arkasından çıkışa kadar gidiyorum ama sonra onu geçerek arabasına biniyorum. Kendimce ona trip atıyorum. Araba harekete geçer geçmez fark ettim. Yaşadığım yeri, Emre’yi, Mert’i, Aslı ablayı, ağabeyim saydığım adamı bırakıyordum ardımda. Onları özleyecektim.
- Daldın gittin gene Pakize.
- Pakize?
      Kahkahalarla gülmeye başladı. Bir de gülüyor. Sinirden arabanın durduğunu anlamadım. Kapım açılıp müstakbel kocacığım bana elini uzatana kadar gözümün önünde duran devasa havaalanını fark etmedim bile. Elini tutmadan arabadan indim. Havaalanına girdik. Hazırlık falan derken kendimi uçakta buldum. Acaba size yüksekten ve tabi ki uçaktan azıcık korktuğumu söylemiş miydim?
- Niye kemer takıyoruz, diye sordum yanımıza gelen hostese. Gözlerini müstakbel kocama dikmişti.
- Düşmeyin diye.
- Neeeeeeee! Düşmeyelim diye mi? Ben ölmek istemiyorum. İndirin şu uçağı. Yok, indirmeyin düşeriz sonra.
      Adıherneyse beni sakinleştirmeye çalıştı ve hostesi kovdu:
- Ölmeyeceksin. Sakin ol. Buna izin vermem. 
      Sakinleşmeye başlamıştım başımı göğsüne yasladım. O ise konuşmaya başladı:
- Doruk.
- Ne?
- Adım.
      Bense sırıttım:
- Bana ne. 
      Güldü ve fısıldadı:
- Bunu yapmayı çok istedin değil mi?
- Evet, dedim ve ben de gülümsedim. Beni daha çok kendine çekerek mırıldanır gibi konuştu:
- Bir zamanlar küçük bir papatya varmış. Kocaman bir kayanın siperciğinde yaşarmış. Çevresinde ballıbabalar, katırtırnakları, utangaç mavi mine çiçekleri açarmış. Her sabah, gün doğumunda bütün çiçekler uyanırmış. Sabah aydınlığıyla genişleyen gökyüzünü izlerler, mutluluk türkülerini bir ağızdan söylerlermiş. Hepsi birbiriyle dost, hepsi arkadaşmış.

Aradan uzun bir zaman geçmiş. Günlerden bir gün, bizim küçük papatya her zamanki gibi tan atımında uyanmış. Uyanmış uyanmasına ama eskisi gibi keyfi yerinde değilmiş. İncecik gövdesi kırılıp dökülüyormuş. " Herhalde akşam yağan yağmur yüzünden hastalandım" diye düşünmüş. O sırada gözü yakın arkadaşı ballıbaya ilişmiş. Zavallı ballıbaba, ıslak toprağa serilmiş, yatmıyor mu? "Ne oldu sana kardeşim" diye seslenmiş ballıbabaya. Ballıbaba başını güçlükle papatyaya çevirmiş, gözlerinden ip gibi yaş akıyormuş. " Bu soruyu yalnız bana sorma papatyacık. Hepimiz perişan durumdayız. Öteki arkadaşlar da benim durumumda. Akşam durmadan yağan yağmur toprağı alıp götürdü, çiçeklerin kökleri dışarıda kaldı. Hepimiz yavaş yavaş ölüyoruz"

Papatya duyduklarına inanamamış, çevresine bakınmış, bir düşte karabasan gördüğünü sanmış. " Peki, demiş. Ben neden hala ayaktayım? Neden benim köklerim sapasağlam toprakta?" Öteden mavi mine sızlanmış. " Çünkü seni koruyan bir kaya var. Onun siperinde yaşıyorsun. Sonbahar yağmurları başladı. Bizler yağmur selinden kendimizi koruyamayız. Bundan kaçış yok. Elveda güzel yüzlü papatya" demiş. Papatya dostlarının birer birer yağmur sularıyla gidişini izlemeye dayanamazmış. " Hayır, diye isyan etmiş. Tükenişinize dayanamam. Ben gelecek yıl da burada olacaksam sizler de benimle kalmalısınız." "Nasıl olacak bu. Olanaksız" diye ağlıyormuş küçük çan çiçeği. Papatya kolay kolay vazgeçmezmiş ama. Dirençliymiş, kararlıymış. " Sizleri bırakamam demiş, hepiniz tohumlarınızı bana verin. Onları gelecek yıla kadar kendiminkilerle birlikte saklayacağım. Ya birlikte tükeniriz, ya birlikte yaşarız"

Sonunda arkadaşlarını ikna etmiş. Hepsinin tohumlarını bir bir toplamış. Eh… Böyle bir dayanışmaya, böyle güçlü dostluğa kolay kolay rastlanmaz... Yeter ki kendi küçük de olsa, kocaman yüreğiyle bir papatyanın sevgisini taşıyabilelim. Ondan sonraki zamanını harıl harıl çalışmakla geçirmiş papatyacık. Kökleriyle sımsıkı toprağa sarılmış. Gövdesini genişletmiş. Giden arkadaşlarının tohumlarını göğsüne yapıştırmış. Kış gelmiş. Kötü rüzgârlar önüne gelen ne varsa almış götürmüş, papatya kayanın kuytusuna saklanmış. Rüzgâra, yağmura, kara karşı direnmiş, dayanmış. Soğuk, zehir gibi havada tohumlar donmasın diye onlara daha bir sıkı sarılmış. Gözleriyle durmadan güneşi aramış. Bir parça gün ışığı görse yüzünü, gövdesini güneşten yana çevirirmiş. Ama o zorlu kışı geçirmek kolay değil. Toprağa öyle tutunmuş ki kökleri kalınlaşmış, soğuktan tohumları korumak için Sonra yaprakları uzamış, güneş izleyen yüzü büyümüş büyümüş… Sıcak yüzlü ilkbahar geldiğinde dimdik ayakta bulmuş bizim güneş yüzlü çiçeği. Ama artık o bir ayçiçeğiymiş. Hiç bir tohum zedelenmeden onunla yaşıyormuş. Dostluğun ölümsüz öyküsüdür Ayçiçeği, o gün bugündür güneşi izler dururmuş. Söylentiye göre dünyayı ve yürekleri aydınlatan güneş sevginin ta kendisiymiş. Sen de bir ayçiçeğisin Tutku.
      O hikâyenin son cümlelerini söylerken ben kendimi uykunun tatlı kollarına bıraktım.

Sadece Seni Sevdim 1- TUTKU DÜZENİYORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin